Arşivlerden bugüne kadın hikâyelerinin anlatıcısı olmak| Duygu Dalyanoğlu
Podcast'in yeni bölümünde konuğum Duygu Dalyanoğlu
Merhaba,
Mobbing’lerden kurtulmak için istifa edenlerin, yaptığı işin iş olarak görülmediğini bile bile çalışmaya devam eden kültür sanat emekçilerinin 1 Mayıs’ı kutlu olsun.
Aslı Alpar’ın şahane 1 Mayıs çizimini buraya bırakıyorum.
Podcast'in yeni bölümünde konuğum Duygu Dalyanoğlu. Duygu ile hem yazar ekibinde hem de oyuncu kadrosunda yer aldığı BGST (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) yapımı "Zabel" ve "Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor" adlı iki oyunu, “K'nin Sesi” podcast'i ve arşivlerden bugüne bir hikâye anlatıcısı olmayı konuştuk.
Duygu’nun adını ilk kez K’nin Sesi| Kıvılcım podcast’i ile duymuştum. Sonrasında BGST tiyatro yapımı Duygu’nun Aysel Yıldırım ile birlikte yazdığı aynı zamanda da oynadığı Zabel oyununu izlemiştim. Zabel Yesayan, Ermeni romancı, şair ve öğretmen Üsküdar doğumlu Rusya ölümlü, bundan beş sene önce arşivlerde adının peşine düşseniz çok az bilgi bulabileceğiniz, sokaklara isimleri verilmesine rağmen Ermenistan’da bile ismini bilene az rastlayacağınız bir kadın yazar. Oyun iki perde ben Sainte Pulcherie lisesinde öğrenci ağırlıklı bir seyirci ile izlemiştim. Oyun bitimi fuayede öğrencilerin birbirlerine ışık tasarımı ve dekora dair etkilendikleri noktaları anlatmaları ben de tebessüm yaratmıştı. -yaşlandık mı ne- O oyundan sonra da Duygu’nun bir Sevgi Soysal projesi üzerine çalıştığını biliyordum. O oyun da sahneyle buluşsun kayıt! diyelim demiştim hatta.
Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor, oyunu bu yıl seyirci ile buluştu. Kostümler, ayakkabılar ve tabii oyunun büyük bir parçası haline gelmiş ses tasarımı ve müzikler harikaydı. Oyun boyunca “ağır” olduğu belli olan bir ses kayıt cihazına kendinin kaydını alan bir Sevgi, görüyordum. Tabii ki de aşık oldum fikre. Dahası bu ses kayıtlarını gerçek sandım. Podcast’in sonlarına doğru benim şaşkınlığımı duyacaksınız. Hapishane anılarında dertlendim, magazinle olan savaşında bugün değişen şey “hiçbir şey” dedim. Ama sonda sese, kaydetmeye ve hatırlanmaya dair söylediklerinde gözyaşlarım yanaklarıma dökülmeye başladı.
Duygu’yla tanıdığı bir stüdyo olan Postane’de buluşuyoruz ve kayıt diyoruz.
Bakalım neler kayda geçmiş.
Sen, Boğaziçi Üniversitesi'nde Siyasal Bilimler okudun ama o yıllarda aslında oyunculuğa başladın ve üniversite topluluğunda yer aldın. Senin hani o yıllarına gidelim ve üniversitede bu toplulukla tanışman, o zamanki hislerin. Ve bu oyunculuğa başlamaya karar vermen nasıl oldu? Ve bugüne gelişini bir senden dinleyelim isterim.
“Ben aslında böyle ortaokuldan beri tiyatroya ilgili bir çocuktum diyeyim. Kocaeli'nde büyüdüm ben. Bir dönemde Eskişehir'de yaşadım, 1999 depreminden sonra. O yıllarda iyi bir izleyiciydim. Hem İzmit Şehir Tiyatrosu çok güzel oyunlar çıkarıyordu. Hem çok fazla oyun turneye geliyordu. Mesela Oyun Atölyesi’nin birçok oyununu izleme şansı buldum. Ama bir şekilde ne okulda tiyatro kulübü vardı ne de şehir tiyatrosunun kursları bana çok uzaktı. Oyunculuk yapma fırsatım hiç olmamıştı. Ta ki üniversiteye gidene kadar. O da biraz tesadüfen oldu. Aslında hukuk okumak istiyordum ve bir tane de araya Boğaziçi yazdım ve Boğaziçi oldu diyeyim. Ama iyi ki de öyle olmuş. Orada işte tiyatro grubuyla tanıştım. Oyunculuğu orada öğrendim ama aslında sadece oyunculuğu değil, tiyatroyu orada öğrendim. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi oyuncularının kumpanya geleneği çok eskilere dayanıyor. Ta Robert Kolej'den gelen bir gelenek var. Seksenlerle birlikte daha bütüncül bir tiyatro yaklaşımına geçiliyor. Dolayısıyla ben orada sadece oyunculuğu değil, reji yapmayı, bir kadro kurmayı, kostüm yapmayı, işin idari tarafını birçok şeyini öğrendim. Dolayısıyla 5 yıl boyunca ben sanki ikinci bir bölüm okumuş gibi oldum ve böyle mezuniyete yakın aslında benim ilgimi çekenin siyaset bilimi değil, tiyatro olduğunu öğrendim. Ben 2004 - 2009 yılları arasında Boğaziçi'ndeydim.”
“Mezun olduğumda da şanslıydım çünkü 90'lı yılların ortasında aslında mezunların kurduğu bir tiyatro vardı, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu. 2009'da da oraya dahil oldum. Orada oyunculuk, zaman içinde yazarlık, aynı zamanda uzun yıllar mezun olduktan sonra kulübe danışmanlık vermeye devam ettim. Bir yandan işte akademik kariyer yapmaya devam ettim. Dolayısıyla bugüne geldiğimde aslında hem BGST'de hem bazen bağımsız işlerde tiyatroculuk yapıyorum. Kendimi tek bir şeye sıkıştırmak istemiyorum. Çünkü daha çok oyunculuk ve yazarlık tarafına ağırlık versem de aslında yeri geldiğinde reji, yeri geldiğinde eğitmenlik, araştırmacılık yani birçok farklı alanında tiyatronun emek veriyorum.”
Zabel oyunun hazırlık sürecini merak ettim, çünkü arşivlerde de çok fazla bilgi bulabildiğimiz biri değil Zabel Yesayan. Bir yandan bulduklarını nasıl birleştirdin? Aysel'le olan yazma sürecinden biraz bahsedebilirsen, sevinirim.
“Biz Zabeli aslında 2017 yılında sahnelemeye başladık ama araştırma ve üretme süreci çok daha eskiye, uzun bir sürece yayıldı. İlk aslında 2014'te başladık ve 2015'te, 1915'in 100. yılına özel bir etkinlik yapmak istedik. O dönem hem Boğaziçi Üniversitesi'nde halen öğrenci olan arkadaşlarla hem bizim gibi mezun arkadaşlarla Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü'nde bir etkinlik olarak planladık. Ve o zaman gerçekten Zabel Yesayan'ın çok az eseri Türkçe'ye çevrilmişti. Şimdi yıllar içinde Aras Yayıncılık sağ olsun pek çok eseri ulaşılabilir hâlde. Ama o dönem öyle değildi. Ve kendi çocukluk ve gençlik anılarını anlattığı Silahtar Bahçeleri'nin bir kısmı Türkçe'de, bir kısmı İngilizce'de vardı. Biz oradan esinle bir sahneleme hazırladık. Ve o da bugünkü oyunun ilk perdesine referans olacak yerlerdi. O dönem Aysel doğum iznindeydi. Hatta Aysel sürecinin bir parçası değildi. Sonra biz oyunu sahneledikten sonra bir deneme gösterimi olarak birkaç gösterim yaptık ve sonra devamını merak etti seyirci. Biz Zabel Yesayan'ı tanımak istiyoruz, dedi. Biz de bu oyunu onun, tüm hayat hikâyesini anlattığımız bir yapıya dönüştürmek istedik. O dönem Aysel de dahil olduğu sürece ve Aysel'le ikimiz aslında bugünkü oyunu oluşturacak bir kurgu yapısı hazırladık.”
“Oyunda altı kadın oyuncu oynuyoruz ve o süreçte gerçekten arşiv malzemesi sınırlıydı. Hem Zabel Yesayan'ın eserlerinin hepsi çevrilmemişti. Hem Türkiye'de hem Sovyetler'de yaşadığı döneme dair çok fazla eksik vardı. Bir belgesel vardı, Finding Zabel Yesayan diye, o da bunu ele alıyordu. Hem Türkiye'de hem Sovyet Ermenistanı'ndaki bugünkü Ermenistan'da yani, Zabel Yesayan'ın izlerini arıyordu. Ne Üsküdar'da onu tanıyan vardı, ne Ermenistan'da. Zabel Yesayan Sokağı var, tanıyor musunuz diyorlar, yok diyor oradakiler. Dolayısıyla böyle unutturulmuş bir ismi araştırmaya çalıştık. Burada tabi bize destek olan isimler oldu. Ben bu süreçte Ermenice öğrendim. Onun mektuplarını okuyabilir hâle geldim. Yine oyundaki oyuncu arkadaşlarımızdan Maral Çankaya, o da zaten Ermenice biliyor, onun da destekleri oldu. Dolayısıyla biraz o olmayanı araştırdığımız bir süreçti.Tabii bu bizim için biraz hayal gücünü de çalıştırdı.”
“Oyunun rejisini yapan Sevilay Saral aynı zamanda bize metin danışmanlığı verdi. Dolayısıyla böyle üç yıla yayılan bir süreçte geniş bir zamanda oyunu yazma ve sahneleme fırsatı bulduk. 2017'den beri de oynuyoruz, hala repertuvarımızda. Hani bu sezon daha az oynasak bile. Oynuyoruz, oyun Fransızca olarak yayınlandı, İngilizceye çevrildi, turne yaptık. Biz oynadıkça da aslında birçok seyirci Zabel Yesayan'la hem bizim sayemizle tanıştı, hem Aras Yayıncılık onun kitaplarını bastıkça tanıştı. Dolayısıyla 2015'ten bugüne neredeyse 10 yıl olacak. 10 yılda Zabel Yesayan daha çok okunur ve bilinir oldu. Bu bizim için çok anlamlı. Tabii biz de bastık. Oyun metninde, BGST yayınlarında da ulaşmak mümkün.”
“Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” oyununu yeni izledim yıllardır üzerine çalıştığını biliyordum. Sevgi Soysal hepimiz için çok özel bir yazar benim için radyoculuğu da ayrı bir yerde, hepimizin Sevgi Soysal'la ilk tanıştığı an çok kıymetli diye düşündüğümden seninkini de merak ettim. Sen ilk ne zaman okudun, nasıl tanıştın? Onu kayıtlara geçirelim isterim.
“Üniversitedeyken tanıştım, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nu okumuştum. Bir ders için mi okudum yoksa her yıl 8 Mart'ta kadın eserleri sergisi açardık ve kadın yazarların eserleri olurdu. Oradan alıp mı okudum, ondan emin değilim. Ama ilk Yıldırım Bölge'yi okuduğumu hatırlıyorum. Ve ne kadar teatral olduğunu, ileride bunun bir oyununu yapsak diye düşündüğümü de hatırlıyorum. Sonra zamanla başka kitaplarını da okudum üniversite bitene kadar. Ama işte hayat bizi öyle bir yere getirdi ve önce Zabel’i yaptık. Zabel'i 2017'de yaptıktan sonra 2019 yılında ben ya acaba devam edebilir miyiz? Çünkü Zabel Yesaryan’ın hikayesi 1878-1936 yılları arasındaydı. Ve biz bu oyunda, bunu dinleyip izlemeyenler hâlâ varsa, biz sadece o kişinin hayatını değil, içinde yaşadığı dönemi de anlatıyoruz. Yani iki aksımız oluyor genelde, hatta üçüncü bir aksı da edebiyatı oluyor. Bunu düşünürken Sevgi Soysal'ı tekrar hatırladım. Onun 1936'ta, hikâyeyi bıraktığımız yıllarda doğduğunu, 36-76 yılları arasında yaşadığını düşünürken o yaz, yani 2019 yazında bir tekrar okudum. Ve oyun kadrosuna, BGST tiyatrosundaki kadın arkadaşlarıma bu fikri açtım. İnsanlar okumaya başladı derken, biz bunu 2020 yılında yapsak diye düşünürken pandemi oldu.”
2022'ye erteledik bu fikri. O zaman da Cumhuriyetin 100. yılına denk geldi. 2022 yazında böyle tekrar toplu bir şekilde bir araya gelip tiyatro yapmanın koşulları başlayınca tekrar oyun kadrosu olarak bir araya geldik. O oyunda da beş kişi oynuyoruz. Beş kadın oyuncuyuz. Banu Açıkdeniz, Burcu Kambakoğlu, Nihal Albayrak, Zeynep Okan ve ben. Aysel Yıldırım da bu defa rejide. Bu sefer 2023'te oyunun çıkacağı belli olunca aslında Sevgi Soysal'ın hikâyesini bir Cumhuriyet hikâyesinin içerisine oturtmayı tercih ettik. Oyun Cumhuriyet'in 25.yılıyla 50. yılı arasında geçiyor. Ve ister istemez, biz 31 Ekim 2023'te premier yaptık, 100.yılı bir şey söylüyor. Üç aksı var, Sevgi Soysal'ın yaşamı, Cumhuriyet'in dönüşümü, o 25 yıllık dönüşümü ve onun edebiyatı. Ve böyle bu defa aslında belki Zabel Yesaryan'a kıyasla daha çok edebiyatına daha çok yer verme şansımız oldu. Hem Sevgi Soysal çok üretken bir yazar olduğu için hem 2000'li yıllardan bu yana kitapları yeniden basıldığı için onun Sevgi Soysal edebiyatı üzerine çok fazla farklı perspektif oluştuğu için yani çok şanslıydık.”
“En temelde aslında oyunu oluştururken kızı Funda Soysal'la da yakın bir çalışma arkadaşlığımız oldu. O biraz dostluğa da dönüştü. Onunla ilk tanıştığımızda biz böyle bir şey yapmak istiyoruz diye rızasını ve fikrini almak istedik. Çünkü o da annesini biraz yazdıklarından ve arşivinden tanıyan birisi dolayısıyla hayatı boyunca bizim sorduğumuz soruları sormuş ve sormakta olan, bir yokluğu o şekilde aşmaya çalışan biri vardı karşımızda. Bu arada kendisi de tarihçi. Aynı zamanda kardeşleriyle, onunla aynı koğuşu paylaşanlarla ya da onun edebiyatını incelemiş kişilerle baya böyle çok insanla görüştük ve zengin bir malzemeden bu oyunu yazdım.”
Şunu da merak ediyorum ben, Beril (Sarıaltun) ile müzik ve ses tasarımı sürecinde nasıl çalışıyorsunuz? Biraz onu dinleyebilir miyiz?
“Beril'le biz çok uzun yıllardır birlikte çalışıyoruz ve geliştirdiğimiz bir anlayışımız var. Burada da metin oluştuktan sonra bir araya geldik ve metindeki o arşivle kurulan ilişki aslında sesle oldu. Oyunda aslında beş farklı döneme gidiyor Sevgi Soysal, yazdığı karakterler eşliğinde ve beş farklı mekâna gidiyor. İmroz Adası da var, Ankara da var Adana da var. Hapishanede var ev içi de var derken farklı farklı mekânlara gidiyor ve bunu Londra'dan yapıyor. Bu çeşitliliği gördüğünde Beril de aslında mekânları ve ses dünyasını ayırmak istedi. Bir, oyunun Londra'dan geçmişe dönüşler ve gittiği yerler. Mesela çocukluğu ve gençliğindeyken bir Almanca müzik duymak istiyoruz. İmroz'dayken İmroz'a dair bir müzik duymak istiyoruz. 12 Mart'ta o dönemin sesinden bir şey olsun dedik, Tülay German'ı kullanıyoruz. Beril onlarla kolaj estetiği içerisinden hibrit bir şey oluşturdu.”
“Ve bütün oyun aslında Sevgi Soysal'ın aldığı bir ses kaydı. Bütün oyunun hikâyesi bu. Dolayısıyla onun o radyoculuğundan da gelen bir etki. Sevgi Soysal'ın seslerini de kullandık. Ve oyunun her sahnesi bir karakterinin ölümüyle bitiyor. Ve onları Sevgi Soysal'ın sesinden, yani o Sevgi Soysal'ı oynayan oyuncu Zeynep Okan'ın sesinden duysak dedik. Ve karakterlerin ölümünü anlattığı yerler tamamen Sevgi Soysal alıntıları. Yani bizim ona hiç eklediğimiz bir şey yok. Onları aslında bir müziğin içerisine bir enstrüman gibi kullandı Beril. Dolayısıyla Beril'le birlikte hem “K’nın Sesi”nde geliştirdiğimiz o estetiği burada da kullanmış olduk. Ve birbirimizi çok iyi tanıdığımız için çalışma biçimlerimizi hem koreografiyle, hem metinle, hem de müzikle ortak bir üslup geliştirdik.”
İzmir’de gerçekleşen şüpheli bir kadın ölümü… “İntihar” diye kapatılan bir dosya… Kızı Kıvılcım’ın intihar ettiğine inanmayan bir anne… Tüm engellere rağmen gerçeğin peşinde koşan üç kuşaktan üç kadın: Polis Derya, fizik öğrencisi Nehir, emekli Leman… Bu üç kadın sadece Kıvılcım’ın şüpheli intiharı ardındaki gerçek ile değil kendi geçmişlerindeki kayıpların yası ile de yüzleşiyor.
“K’nin sesi”podcast de Kıvılcım isimli bir oyun yazdın ve oynadın, sence sesle üretmek daha özgür bir alan mı tiyatroya göre?
“Kesinlikle öyle. Mesela biz ses tiyatrosu diyoruz ama o formata zihnin tiyatrosu da deniyor. Evet, İngilizcesi Theatre of the Mind. Bu ifadeyi çok seviyorum çünkü dinleyici için ya da seyirci diyelim, alımlayıcı için bir özgürlük alanı yaratıyor. Özellikle biz bu oyunları yaptıktan sonra işte yaklaşık bir on tane kısa oyun yaptık, bir tane de sekiz bölümlük bir dizi yaptık. Seyir dinleyicilerle de sohbet etme ya da yazılı iletişim kurma şansımız oldu. Şunu fark ettik. Herkes başka bir dönem, başka bir yüz, başka bir mekân hayal ediyor. Ama o hayal herhangi bir yerden gelmiyor, kendi geçmişinden ve kendi imgeleminden geliyor. Dolayısıyla işte, o evi hayal ederken tabii ki biz onlara belirli referanslar veriyoruz. Mesela bir mekanın geometrisini Beril onlara ses tasarımıyla veriyor. Ya da oyuncunun, özellikle tanımıyorsa, bazı oyuncular tabii ki tanınmış isimler, ama tanımıyorsa oyuncuyu onun yüzünü kendi gördüğü birinden hayal ediyor. Dolayısıyla herkes kendi hafızasından bir şeyle tamamlıyor.”
“Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” oyunun Mayıs ayı gösterim tarihleri.
2 Mayıs Perşembe 20:00 - CerModern, Ankara
4 Mayıs Cumartesi 20:30 - Sahne Pulchérie, Beyoğlu (İngilizce üstyazılı)
10 Mayıs Cuma 19:00 - Mut! Theater, Hamburg, Almanya (Almanca üstyazılı)
11 Mayıs Cumartesi 20:00 - Ballhaus Prinzenallee, Berlin, Almanya (Almanca üstyazılı)
18 Mayıs Cumartesi 20:30 - Hann Sahne
27 Mayıs Pazartesi 20:30 - Moda Sahnesi
Sayının böyle uzun olduğuna bakmayın, burada sadece konuştuklarımızın belli başlıklarını okuyabiliyorsunuz. Bölümün tamamını tüm podcast kanallarından dinleyebilirsiniz.
Önümüzdeki günlerde tam üç etkinlikle sahalardayım. Gelenler selam verirse tanışalım isterim. 💌
Kreşendo sunar: Müzik Yolculuğunun Peşinde, sizi birlikte dinlemeye, ilham almaya ve üretmeye çağırıyor! 💚
Etkinliğimizin ilk oturumunda Yasemin Mori ile gerçekleştireceğimiz söyleşinin ardından ikinci oturumda dileyen katılımcıların demo kayıtlarını birlikte dinleyerek birbirimizden güç alıyoruz. Kayıt formu için tık tık.
İstanbul Film Station, hazırlık aşamasındaki filmleri ve proje sahiplerini, yapımcı, yapım şirketi ve destekçi kurumlarla buluşturmayı amaçlayan yeni nesil bir film proje merkezidir. Amacı, desteklediği projelerin yalnızca Türkiye’de değil, dünya çapında başarılara imza atabilecek filmler haline gelmesi için bir alan yaratmak. Proje geliştirme atölyesi olan Lab Station, doğrudan bu amacı gerçekleştirmeye yönelik hazırlandı. İlk yılında yalnızca kısa film projelerine açık olacak olan Lab Station’ın kapsamını gelecek yıllarda uzun metraj ve belgesel film projeleri ile genişletmeyi planlıyor. Hem etik hem ticari değerleri gözeten bir bağımsız sinemacılığı mümkün kılmaya çalışırken, Türkiye’de kısa ve uzun metraj film üreticileri için kayda girmeden önce bir istasyon, bir buluşma noktası olma hedeflerini de sloganlarıyla vurguluyor; the stop before action.
Ben de iki etkinlikle moderatör olarak sahada olacağım. Ayrıntılı bilgi almak ve olmak için tık tık.
💌 Haftaya görüşmek üzere.
AAAAAAA podcast ama hikâye 👀 Bayıldım bu bölüme ve çok merak ettim oyunları! Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor Bursa'ya da gelse keşke...