"Bağlar Üzerine" konuşmak 🪢
Bu hafta Onagöre'nin ilk çeviri kitabı olan Kae Tempest'in Bağlar Üzerine kitabının çevirmeni Mina Çakmak ve kitabın tasarımcısı İrem Yıldırım ile konuştuk.
Merhaba,
Sansür, yasak, engel derken neredeyse bir aydır sadece “Ne oluyor!” diyoruz.
Instagram engelinden sonra kendimi iyice sürükleniyor gibi hissetmeye başlamıştım ki burada sizinle buluşma zamanımızın geldiğini fark ettim. Bu sayıda söyleşiye konu olan kitapta şöyle bir cümle geçiyor. “…insanlar her zaman oyuna, yaratmaya, düşünmeye, rahatlamaya ihtiyaç duydular.” Evet! Öyle… Her gün daha da çok çalışmamızı isteyen bir sistemin içindeyiz, bu durumun zaman zaman bizi çamurun içinde gibi hissettirdiğini de biliyorum. Yine kitaptan bir cümle ile buna yanıt vereceğim “Her şeyin peşinden koşuyoruz her şeyi sıkı sıkı tutuyoruz ama ruhumuzu bulamıyoruz, çünkü onu sadece kendimizde bulabiliriz.” Tartışmaların şiddetlendiği akşam yemekleri, fikirlerin birbiriyle çarpıştığı birilerinin birilerini ikna olma etmeye çalıştığı kalabalık masalardan biri muhtemelen sizin de oturduğunuz o masa. Böyle masalarda bazen derin bir nefes alıp, benim gibi derin nefes alan var mı diye göz gezdiririm. O saniyelik bağın peşinden giderim, tıpkı Kae Tempest’in dediği gibi “Artık kimsenin fikrini değiştirmek istemiyorum. Sadece bağ kurmak istiyorum.”
Bu söyleşinin bugüne denk gelmesi ise yine kitabın benimle konuştuğunu gösteriyor.
Aylar önce okuduğum bu kitabı, bugün elime aldığımda bana iyi gelen o cümleler yine beni kucaklıyor. “Yüzeyin altında birbirimize bağlıyız.”
“Çok yorgun hissediyordum. Yalnız hissediyordum. Ve dünya iki yüzlüydü, hınç doluydu. Yazmak ne işe yarar, diye düşünüyordum. Gerçekten ne işe yarayabilir ki?”
“Bağlar Üzerine” yaratıcılığa ve yaratıcılığın yüreklendirdiği beraberliğe bir övgü.
“Bir sanatçı ile sanatçı olmayı hayal eden biri arasındaki fark, bitmiş eserdir. Harika fikirleri olan kişi, diğer insanların ürettiklerini kendi üretebileceklerinden daha düşük olarak değerlendirir, ancak aslında hiçbir zaman tam olarak bir şey üretmeye kendini adamamıştır; bu sanatsal uğraşın yanılgısıdır. Herkes yapabileceğinden çok emindir, bunu yapmaları gerektiğini bilmelerine rağmen yapamayacaklarından her seferinde daha da emin olan, gerçekten bir şeyler üreten insanlar dışında.”
Ece
Kitabın çevirmeni Mina Çakmak ile söyleşi
Mina önce senin “Bağlar Üzerine” ile nasıl tanıştığını kayıtlara geçirerek başlayalım.
Nasıl tanıştın bu kitapla, ilk okuduğunda neler düşünmüştün?
İtiraf etmeliyim ki, çeviriden önce Kae Tempest’i pek iyi tanımıyordum. Ofisimizde çok dinlenilen bir sanatçı olduğu için müziğine aşinaydım ama kitapları olduğundan haberim yoktu. Bağlar Üzerine’nin hakları için yazışmalara başladığımız sırada hem bu kitabını hem de şiir ve oyunlarını okumaya başladım. Kitapta beni ilk çeken, bölüm başlarındaki William Blake alıntılarıydı. Tempest kendi hayat deneyimlerinden olduğu kadar metinsel kaynaklardan da besleniyor ve kendisini antik Yunan mitolojisinden Kendrick Lamar’a uzanan bir kanon içerisine yerleştiriyor. Tempest’in fikirlerini kapsamlı bir edebiyat geleneği çerçevesinde görmek beni hemen ona yakın hissettirmişti.
Bu senin ilk kitap çevirin, bu yüzden senin için her zaman ayrı bir yerde olacaktır diye düşünüyorum. Şunu sormak istiyorum, özellikle çok zorlandım dediğin, defalarca baştan başlaman gereken bir bölüm oldu mu?
Üzerinde en çok düşündüğüm nokta başlığa karar vermekti. Teoride basit bir başlık, connection yani bağlantı üzerine. Aklımdaki alternatifler bağlantı, bağlanma, bağ kurma vs. idi. Bağlantı, teknik, mekanik bir anlamı; bağlanma da daha çok insan ilişkilerini çağrıştırıyor. Kae Tempest’in kitapta yazar, metin ve okuyucu arasında kurulan bir elektrik devre bağlantısı metaforu kullanmasına rağmen “bağlantı”nın anlamı tam karşılamadığını düşündüm. Kitapta anlatılan bağlantı, başkalarıyla, yaptığımız işlerle ve kendimizle kurduğumuz bağlantılar, geçmiş ve gelecekle kurduğumuz bağlantılar. Bu çokluğu en iyi yansıtan kelimenin bağlar olduğuna karar verdim. Kapak tasarımını da aynı doğrultuda düşündük. Orijinal kapağın statik, geometrik tasarımı yerine daha organik bir stil olmasını istedik.
Kitaptaki Lubunca kelimeler var, bunların çeviri sürecinden daha doğrusu çevirmeme sürecinden bahseder misin? Neden doğrudan yer vermeyi tercih ettin.
Queer kimlikler konusunda bir çevrilemezlik sorunu var gibi duruyor. Bu belki İngilizcenin hegemonyasından kaçamadığımız için ama belki de daha önemlisi bu kimlikler belli tarihsel bağlamlar içinde ortaya çıktığı için farklı bağlamlara, dillere taşımak kolay olmadığı için. Kitapta da, butch ve dyke gibi kimliklere dair kelimeleri aslında çevirmemiş oldum. İkisinin de karşılığını lezbiyen olarak vermek doğru olmayacaktı. Mesela butch bir cinsiyet ifadesinin yanında ekonomik sınıfa da gönderme yapan bir kelime ya da bir insanın kendisine lezbiyen yerine dyke demesi de belli bir siyasete işaret ediyor. Bu konuda Lubunca da pek işe yaramıyor çünkü lezbiyen kimliği ve deneyimiyle ilgili Lubunca kelime yok. Kaos GL’nin LGBTİ+ Hakları Alanında Çeviri Sözlüğü’nü temel alarak, bu kelimelerin açıklamalarını kitabın arkasında çeviri notları bölümünde vermeyi uygun bulduk.
Peki, bunun dışında zorlandığın bir nokta oldu mu?
Tempest, başka metinlerden çok fazla alıntı yapıyor, yani farklı yazarlardan da çeviri yapmak gerekti. Tempest’in iki büyük kaynağı, Blake’in Cennet ve Cehennemin Evliliği Burhan Sönmez’in çevirisiyle ve Jung’un Kırmızı Kitap’ı da Okhan Gündüz’ün çevirisiyle Türkçede mevcut. Ama bunlar dışında da birkaç şiir alıntısı vardı. Sanırım, Charles Bukowski’nin dizesi üzerine en çok zaman ayırdığım kısımlardan biriydi.
Çevirirken en keyifli gelen an/anlar nelerdi?
En keyifli an çevirirken kitabın beni yüreklendirdiğini fark etmem oldu. Tempest’in “sahneye çıkma” metaforu kitapta özdeşleştiğim bir nokta. Bir sanatçının çıktığı fiziksel sahnenin ötesinde, herhangi bir işi tamamlayıp insanlarla paylaşarak sahneye çıkma fikri. İlk çevirdiğim kitap olduğu için sahne korkusunu fazlasıyla hissettim. Aklımızdaki fikirleri gerçekleştirmekten bizi alıkoyan felç edici bir korku. Ama bu korkuyu aşmak için de başarısızlıkla sonuçlansa bile bir işi bitirmek, onu dışarıda bir yerlere göndermek gerekiyor. Frankeştayn Kitabevi’nde Nezaket Erden’le birlikte yaptığımız söyleşide fiziksel sahneyi de birazcık tatmış oldu. Birilerinin yaptığınız bir işi gördüğünü, onunla vakit geçirdiği, hakkında izlenim edindiğini fark etmek heyecanlı bir deneyimdi.
“Bağlar Üzerine” yaratıcılığa ve yaratıcılığın yüreklendirdiği beraberliğe bir övgü bu kitap senin yaratıcılık düşüncelerinde nerede duruyor.
Tempest’e göre yaratıcılık, herhangi bir eylemi gereken dikkat ve özenle yapmak. O yüzden, benim için bu kitap yaratıcılık ve beraberliğin cisme bürünmüş hali oldu. Kitap, arkasındaki üretim süreçlerini çok iyi kamufle eden bir nesne. Kitabı, tek bir yazarın eseri gibi düşünmek kolay, metin söz konusu olduğunda bu geçerli. Ama elimizde tuttuğumuz nesneyi var eden süreçler oldukça kolektif. Akla ilk gelen çevirmen, editör, kapak tasarımcısının yanı sıra kitabın hakları için hukuki süreçleri yönetenler, kitabın baskısını, satışını ve pazarlamasını yürütenler, kitapçılar ve en nihayetinde okuyuculardan oluşan dev bir kadro var. Bu süreçlere dahil olabilmek, birlikte bir kitabı var etmek çok tatmin edici bir iş.
“Sayfadaki kelimeler eksiktir. Şiir, roman ya da kurgu dışı bir kitapçık, ele alınıp kendileriyle ilgilenildiğinde tamamlanmış olur. Bağlantı iş birliğidir. Kelimelerin anlam kazanması için okunmaları gerekir.”
Kitabın tasarımcısı İrem Yıldırım ile söyleşi
İrem kitabın kapağı orijinalinden epeyi farklı ve ben senin tasarımını kitapla daha uyumlu buldum açıkçası :) Önce renkle başlayalım mı neden bu renk?
Aslında birden fazla kapak çalıştık kitap için, içlerinden birlikte seçtik. Hatta o dönem Instagram’da bir oylama bile yaptık. En sevilen kapak bu oldu. Hepimizin içinden de geçen buymuş sanırım. Pembeyi seviyoruz, birçok yerden kullanımı var diyebilirim Bağlar Üzerine için. Kitabın içeriği insanlar arasındaki bağlantılar üzerine, pembe benim için birleştirici bir renk. Bence çoğu kişi beyaz ve kırmızıyı aynı anda sevmiyor, pembe bu renklerin birleşimi. Geleneksel olarak kadınsı görülse de aslında sadece bir renk. Kae’in de bahsettiği birçok şeyle ortaklaşıyor sanırım renk seçimi, belki bu yüzden daha uyumlu bulmuş olabilirsin.
Hem ön hem de arka kapakta yer alan çizim bizim çocukluğumuzda en az iki kişiyle oynanabilen bir ip oyununu hatırlatıyor. İlhamın bu oyun mu? İpler senin için ne anlam ifade ediyor?
İp oyunu çocukken anneannemle oynadığım bir oyundu. Bildiğim ilk oyun, hiç aklımdan çıkmaz. Çocukken pek iyi oynayamazdım, karmaşık gelirdi. Bir o kadar da organik bir oyundu, anneannem süsleme derdi oyuna. Belki oyunu anlatmak gerekir; İp çaprazlama ele geçirilir, sonra siz bulduğunuz çaprazlardan ipi kendi elinize alıp başka bir şekil çıkarırsınız. İp kimde çözülürse o kaybeder. Birisi muhakkak devam ettirir ama oyunu. Ve evet, oyun hep iki ya da ikiden fazla kişiyle oynanır. Bu oyun sembol olarak çok uygun geldi. İpler, insanların birbirleriyle kurdukları bağlantının gücünü ifade ediyor. Tek başına sınırlı olan ellerin, bir araya geldiklerinde nasıl daha büyük bir etki yarattığını temsil ediyor.
“Bağlar Üzerine” yaratıcılığa ve yaratıcılığın yüreklendirdiği beraberliğe bir övgü bu kitap, senin yaratıcılık düşüncelerinde nerede duruyor?
Bir araya gelen fikirlerin, duyguların ve deneyimlerin daima daha geniş bir etki ve derinlik oluşturduğuna inanıyorum. Yaratıcılık sadece bireysel bir ifade değil aynı zamanda toplumsal ve ortak bir deneyim bence. Kitabı tasarlarken temayı belirleyen de aslında buydu. Benim için de yaratıcılık, beraberlikle güçlenen kolektif bir süreç. Biz kitabı tasarlarken temasını bizzat yaşadık, hala da yaşamaya devam ediyoruz. Birlikte düşünüyoruz, birlikte keşfediyoruz.
Çeviren: Mina Çakmak
Editör: Deniz Başar
Kapak Tasarımı ve Dizgi: İrem Yıldırım
📌 bant mag ekibinden Ekin Sanaç’ın Kae Tempest ile söyleşini ise buradan okuyabilirsiniz.
🌸 Haftaya sezon finali bölümüyle burada olacağım.