Benzersiz besteler tanıdık hisler: Mert Pekduraner
Sezonun üçüncü bölümünde konuğum gitarist ve besteci Mert Pekduraner.
Merhaba,
Nasılsınız? Ben müzikle dolu günler geçirdim. Müzik etrafında buluşmaların güzelliğiyle ellerim ceplerimde caddelerde dolandım. Bu hafta sezonun üçüncü bölümüyle karşısınızdayım. Bu bölümde konuğum gitarist ve besteci Mert Pekduraner.
Üretim Kaydı podcast ile ilk kez tanışanlar için minik hatırlatma. Burası üretmenin hafızasına hep birlikte çıktığımız bir yolculuk. Podcast iki haftada bir yayınlanırken burada da podcast’ten bana kalanları okuyabileceksiniz.
👀 Kayıt demeden önce, başlığının altında konuğumuzu biraz tanıyor ve benim onu neden konuk almak istediğimi okuyorsunuz.
🎙️ Kayıtlara geçenler, başlığının altında ise podcast’te neler konuşmuşuz kayıtlara neler geçmiş göz atma şansınız oluyor. Sonra sizi podcast’i dinlemeye uğurluyoruz.
✏️ Bana kalanlar, başlığının altında da konuğumdan ve onun sürecinden neler öğrendiğimi okuyacaksınız.
🗓️ Üretim Kaydı öneriyor bölümünde her hafta üretim üzerine ilhamlar ve şehirden etkinlik önerileri bulacaksınız.
Aşağıda buluşalım,
Ece
Not: Sayı biraz uzun oldu mailden okuyanlar “view in browser” seçeneğine tıklayabilirler.👀
Tanıyalım: Amsterdam-İstanbul arasında yaşamını sürdüren gitarist ve besteci Mert Pekduraner, 17. Venedik Mimarlık Bienali için kaydettiği “Kıyı” isimli parçasının ardından ilk stüdyo albümü Geriye Ne Kaldı?’yı 2021’de bağımsız olarak yayımladı. Bu albümü 2022 çıkışlı DIALOGUES IN THE DARK EP’si takip etti. Metronom kullanmadan canlı kaydedilen ve yaylı dörtlüsü partisyonlarının da bulunduğu bu albümde Mert’e davulda Nihal Saruhanlı ve kontrbasta Apostolos Sideris eşlik ediyor.
Mert’in bestelerini tek bir kelimeyle hatta belki kelimelerle ifade etmem çok zor. Aylardır dinliyorum, defalarca kalemi elime aldım ya da bilgisayarın başına geçtim ama olmadı. Her dinleyişimde başka bir soru eklendi zihnime not ettim durdum. Podcast için stüdyoya girdiğimizde tam üç sayfa soru vardı önümde. Onun besteleri dinlediğim hiçbir şeye benzemiyor ama bir o kadar da tanıdık. Her sabah uyanır uyanmaz pencerenizden gördüğünüz manzarada yeni bir şey keşfetmek gibi onu dinlemek. Tıpkı o tanıdık geleninin içinde en yeniyi ilk olarak sizin keşfetmeniz gibi… Ya da dünümüz bir ilki içinde barındırıyorsa şanslı olmamız gibi… Ben müzik dinlerken müzisyenin yolculuğuna eşlik etmek için kendimce bir playlist yaparım Mert’de de aynısı oldu, hatta DIALOGUES IN THE DARK’ı kendimce yeniden sıraladım ve benim için anlamlı olan kendi çektiğim bir dağ fotoğrafıyla birleştirdim. Mert’le podcast öncesinde ön buluşma yaptığımızda bu fotoğrafı gösterdiğimde dağın onun için ne kadar önemli olduğundan bahsetti, sanırım tüm besteleri bir dağ fotoğrafıyla birleştirmem Mert’in bestelerinde anlatmak istediklerinin bana sirayet etmesinin sonucu. Podcast’e sizi uğurlamadan evvel bazı parçaların bendeki hislerini kayıtlara geçiyorum.
17.Venedik Mimarlık Bienal’inde Side by Side işine eşlik eden Kıyı’nın ilk yarısında belki de çocukluğumda sürekli gittiğim ama denizine ayaklarımı bir kere bile sokamadığım Karadeniz’im aklıma geliyor. Vokaldeki mini eşlik, belki de benim yerime denize dolan kayaların oluşturduğu o yol için yakılmış bir ağıt, hızlanan tempo hırsım ama beni en şaşırtan son yarıda vokal sesini kontrbas da birebir duyuyor olmam. Kıyı’yı ilk dinlediğimde sanırım Haliç’te yürüyordum adımlarımın hızlanışını çok net hatırlıyorum adımlarımın bitişini de.
Bahar, bu parçayı sevmemin kesinlikle baharları sevmemle bir alakası var! Son mu ilk mi? Onu ben de bilmiyorum, ayaklarım yağmurdan ıslanmışken saçlarım hızlıca yeni açan güneşle kuruyor gibi “her şey” i ayrı yazmaya ellerimin sürekli hayır demesi gibi, istanbul kemençesi en derinimindeki bam teliyle birlikte titriyor. Sondaki gitar punchları ise evet evet kesinlikle karnıma geliyor onun yumrukları ama ağrı var mı?Canım yanıyor mu? Hayır!
Gülleri elinde, yağmurlu bir sonbahar akşamında Beşiktaş, ıslanmamak için o saatte sokakta olan herkes gibi eski taş bir apartmanın saçak altındayım, kimse acele etmiyor ve sakin. Bi’ durabilir mi insanlar? Şehir bi’ durabilir misin! Koşmuyorum koşmak istemiyorum artık hiçbir şeye, son vapuru da kaçırmışım ama umrumda değil!
Çukurova, bir ovada yürümek… Kemal’lerin bir etkisi var mı bu parçada diye düşünüyorum. Sakin girişi Yaşar Kemal romanları girişinde beni karşılayan Çukurova tasvirleri gibi tempo artıkça ise Orhan Kemal’in kalemindeki öfkeyi seziyorum sanki. Çukurova’nın etkisinde kalmak değil de onu anlayıp hissedip baştan "yazmak" denir sanırım buna.
A Portrait of A, yaylılar başta yarı açık bir pencerenin perdesini zorlarken sonlara doğru yarım aralıktan tüm pencereyi tüm kuvvetiyle itip açmak istiyor. Parçanın sonlarına doğru ise “A” harfini ters tutmuşsun da tüm öfke içine doluyor gibi bir his. Mert' bu parçanın ilhamını babaannemizin evinde kendi fotoğrafımızı bir çerçeve içinde görmek olarak açıklıyor.
SILINCE OF FLOWER, toprağın özümüz olduğunu söylerler bu parçada özüne dönmek için yapılan bir yolculuğun son demini simgeliyor. Ve bir yolculuğun ilk adımını.
Traces of blue, mavinin izlerinin peşinde koşmayı ben de seviyorum. Mert’i buraya davet etmeye bu parçayı dinledikten sonra karar verdim. Parçanın başında gökyüzü, okyanus, deniz, dalga ve fırtınanın maviliğinde dolanırken beklenmedik bir anda giren klarnet lacivert bir mürekkebin suda dağılmasını gözlerimin önüne getiriyor. İşte mavinin izlerinin peşinde adım adım…
Mert Pekduraner'ın DIALOGUES IN THE DARK adlı albümü, 2022 yılında İstanbul'daki İTU MİAM stüdyosunda canlı olarak kaydedilmiştir. DIALOGUES IN THE DARK, konsept bir albüm olup her parçanın tekil hikayesi, albüm başlığı altında bir bütün hikaye oluşturuyor. Ümit Şahin yönetmenliğinde kaydedilen bu belgesel kayıt günlerinden görüntüleri, röportajları ve stüdyo diyaloglarını içeriyor.
Mert’le çocukluğundan başlayıp mimarlık okuduğu yıllara, müzikle olan bağına, günlük rutinlerine ve albümlerinin üretim süreçlerine dair konuştuk. Bakalım neler kayda geçmiş.👇🏻
Mert Hollanda doğumlu ama küçük yaşta ailesiyle birlikte Adana’ya taşınıyor. Müziğin plaktan dinlenlendiği bir evde büyüdüğünü söyleyen Mert’in piyano başında çekilmiş bir çocukluk fotoğrafı da var. O plakçalar ise bugün onun evinde. Böyle olunca ilk olarak gitarla nasıl tanıştığını soruyorum.
“Dokuz on yaşındayım ve bir gitar istiyordum sürekli annemlerden, sonra onlar doğum günümde sürpriz yaptılar ve salona ellerinde bir klasik gitarla girdiler. Onunla başladı diyebilirim.”
Bu kadar erken yaşta müzikle tanışmasına rağmen yolu üniversitede mimarlık bölümüne doğru evriliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık okuyan Mert’e
okurken bırakmaya hiç düşünmedin mi diye soruyorum ve “sürekli bunu düşündüm” yanıtını alıyorum. Disiplin olarak zor bir bölüm olmasına rağmen bu dönemde müziğe zaman ayırmış olmasına şaşırıyorum. Mert’in müzik yolculuğunda Emre Tankal ve Erkan Oğur’dan aldığı dersleri de burada konuşuyoruz.
Bir dönem Hollanda’da yaşadığını bildiğim için şehrin onun üretimlerindeki yerini ve rutinlerindeki yerini merak ediyorum.
“Hayatımda rutin kelimesi çok garip bir yerde oturuyor çünkü benim kendi düzensizliğim içinde bir düzen var. Mesela çok oturup da gitar pratiği yapmıyorum artık. Disiplinimi biraz kaybettim gibi hissediyorum. Bazen bunu böyle anlatıyorum ama belki de kaybetmemiş olduğum hâldir bu. O düzensizlik içinde de bir düzen hâli var gerçekten. Hollanda’da da rutin anlamında en çok yaptığım şey, ki bu Hollanda’ya özgü değil, her yerde ben yürüyerek çalışıyorum, yürüyorum ben sürekli. Mesela evde bir kayıt alıyorum ve sonra çıkıp yürüyorum yani yürürken kulağımda kulaklığım var, dinliyorum. Hollanda’da buradan farklı olarak bisiklet sürmek dışında bir rutinim yoktu ve o hayatıma dinginlik kelimesi geldi orada, o güzeldi. Şimdi aynısını Ankara’da yakalamaya çalışıyorum.”
Mert albüm kapaklarında kendini belirsiz olarak görmeyi özellikle tercih ettiğini söyledi.
“İlk albümün adı geriye ne kaldı? ve benim için aslında geriye ne kaldığı çok duygusal bir söylem, içinde çok cevap barındırıyor. Bu evrenden gittiğimde kendi bilincimle böyle bir saniyelik, Mert’e “Ya Mert, geriye ne kaldı?” gibi bir soru soruyorsam işte oradaki parçalar kalıyor, bu albümün hikâyesi bu.”
Mert ilk albümünü bağımsız olarak üretebilmek için Fongogo üzerinden bir kampanya başlatmıştı. Burada albümü destekleyenlere bu albüm için ilham olan şiir kitaplarından hediye edeceğini söylemişti. Ben de kendi üretim sürecinden bir ilhamı insanlarla paylaşmanın nasıl bir his olduğunu sordum.
“Benim için bestecilik ve müzik dediğimiz şey hikâye ve o hikâyedeki görebildiğimiz ya da göremediğimiz ya da hatırladığımız, hatırlayabildiklerimiz gibi geliyor. O yüzden bir besteci olarak da yazdığım müzik, mesela Bahar’ı yazarken, Gülleri elinde’yi yazarken müzikal anlamda, ondan önce okuduğum bir Haydar Ergülen şiirinden etkilenmeme gibi bir durumum yok. Zaten bunu düşünemezsin bile, ondan etkilenmeme şansın yok yani bence. O yüzden de bunun gibi birçok şeyi bu müziği nasıl yazdım, nelerin beni beslediğini insanlarla paylaşmak istedim.”
Sonra son EP’si DIALOGUES IN THE DARK’ındaki bestelerin ne anlattığını konuşarak devam ediyoruz. Albüm İTÜ MİAM’da metronumsuz ve canlı olarak kaydedildi.
“Altı parça var içinde. Albüm Between the Two Nights’la başlıyor. İki gece arasında bir insanın doğduğu gece ile bu evrene veda edeceği gecenin arasındaki hikâyesi ne ise ondan bahseden ve bu iki gece arasındaki hikâyeyi anlatan bir parça. Müzikal anlamdaki kompozisyon da biraz öyle zaten. Çok sert başlayıp ortasında sadece kanunun bir şeyler anlattığı ve sonra tekrar hep birlikte bir şeyler söylediğimiz bir parça. Ardından A Portrait of A geliyor. Ben hep konserlerde bu parçayı, babaannemizin evine gittiğimizde orada bir çerçevede çocukluk fotoğrafımız vardır mesela. Aslında o çerçeve dediğimiz kelime çok öte bir şey benim için hayatta kendimizi oturttuğumuz bir yer varsa, oturtmak zorunda değiliz bu arada ama bir çerçeveyi metafor olarak düşünürsek o portre, o çerçeve, onun içindeki Mert nedir? Hayatta ne yapıyor? Nerede duruyoru anlatan bir hikâye.”
“Üstüne Trace of Blue geliyor. O da böyle sabahın geldiğini anlatıyor, bak mavi geliyor, mavi açıldı, görüyorsun gökyüzünü bir ışık yani, bir ferahlık getiriyor ama hâlâ “where are you?” diyorsun. Where Are You? da dördüncü parça o da hep bir arayış, yer, yön, yol, hayat nedir? Ne yapıyoruz? sorusunu soruyor. Ondan sonra When The Lights Are Out geliyor. Bu da aslında benim için ışıkların kapandığı yer. Herkes kendine göre yorumlayabilir ama benim için buradan evrenden gitmek demek. Üstüne de Silence of Flower geliyor. Bu da bir çiçek sessizliği. Öldükten sonra üstümüzde bir çiçek açıyorsa onun sessiz olmak dışında bir şansı olmadığını anlatıyor. Yakıla da biliriz gerçi illa gömülmek zorunda değiliz ama o metaforik bir anlatım. Böyle bir altı parça. Geçenlerde Ankara’da bir arkadaşım şöyle demişti, “çok varoluşçu bir albüm bu”. Ben de evet ya aslında çok doğru söylüyorsun, dedim. Çok varoluşsal bir sorgulama var içerde. Onun dediği gibi varoluşsal kelimesiyle hiç düşünmemiştim albümü. O baya özetini yaptı mesela.”
Albüm aslında konserlerde farklı çalınıyor. Ben uzun zamandır yaylılarla albümü canlı dinlemeyi hayal ediyordum. 33.Akbank Caz Festivali’nde kısmet oldu. Hatta öyle ki konserin soundcheck’ini de kaydetme şansım oldu. Kaydettiklerimiz çok yakında sosyal medya kanalımızdan izlenebilecek. Mert’e konser günü sormayı atladığım önemli bir soruyu da soruyorum. Sabah ilk iş ne dinliyorsun?
“Ben sabah yataktan kalktığım anda telefonu elime alıp, Spotify’a girip Ozan Tekin açıyorum yani çok sevdiğim bir arkadaşım ve harika bir besteci bence. Bence bu senenin ya da onun albümü çıktığından beri Türkiye’de çıkmış en iyi albümlerden biri. Onun Anarya isimli bu albümünü çok seviyorum o albümden direkt The Fall’a tıklıyorum, sonra dişimi fırçalıyorum onu dinliyorum, oyun oynuyoruz kedimle, ona mama veriyorum, süreç böyle geçiyor. Konser günü özellikle şunu dinliyorum diye bir şeyim yok, o gün ne geliyorsa o ama içinde mutlaka ya Ozan ya Tamino oluyor.”
“Biz her konserde albümü baştan yazıyoruz müzik anlamında çünkü hepimiz insanız ve o günkü ruh halimizi yadsıyamayız. O günkü ruh halimiz nasılsa enstrümanı elimize aldığımızda öyle bir duyguda oluyoruz bir noktada. Ruh halimizi elimizden geldiğince yönetebiliyoruz belki ama bu kişiden kişiye değişiyordur.”
Mert Pekduraner: Perdeli / Perdesiz Gitarlar
Nihal Saruhanlı: Davul
Muaz Ceyhan: Yaylı Tanbur
Eren Dilli: Elektrik Bas Gitar
Özge Özerbek: Keman
Emre Akman: Viyola
Mehmet Gökhan Bağci: Viyolonsel
“Solo konser için de mesela, hiçbir solo konserde ne çalacağımı konsere kadar bilmiyorum ben. Sadece enstrümanlarımı alıyorum. Setlist falan yazmıyorum, son dakika yazıyorum setlisti kağıda, o da unuturum bir parçayı falan diye yazıyorum. O gün ne hissedersem ne ifade etmek istiyorsam o şekilde çıkıyor ve bana o gerçek geliyor çünkü düşünmeme hâli çok özgür ve çok deniz derya kadar alan yaratan bir şey. Düşünmemeye tabii ucundan bile daha yaklaşamadığımı düşünüyorum ama elimden geldiğince böyle o ânda kalmaya çalışıyorum herhalde.”
Mert bir süredir Ka Atölye’nin sanatçı misafir programıyla Ankara semalarına baktı ve oranın dinginliğinden “benim tabirimle” süzüldü. Hem Ankara’yı hem de Ankara konserlerini konuştuk. Üzülmeyin yakın bir tarihte yaylıların da eşlik ettiği bir Ankara konseri sizi bekliyor. 20 Kasım’da Last Penny Büklüm’de ayrıntılar için tık tık.
“Ben Ankara’yı dingin diye tanımlıyorum hatta biraz daha yoğun bir yer arıyorsan onu da bulabiliyorsun ve bu bana çok iyi geliyor. O yüzden çok da güzel besledi beni ve böyle şehrin o sakinliği çok hoşuma gidiyor. Böyle binalar üçer katlı, çok tatlı, sakin sakin. O minimallik beni de minimalleştiriyor sanırım. İnsanların hissi de çok güzel geliyor Ankara’ya dair.”
“Ka Atölye konserinde gerçekten ellerim titriyordu benim ve inanılmaz dinlemişti insanlar. Mesela pedala basıyorum ve ayağımla reverb ayarı yapıyorum ama orada aynı zamanda biri de oturuyor. Ona çarpamamak için dikkatli basıyorum, bu hem çok tatlı bir şey hem de hayatımda ilk kez deneyimlediğim bir olaydı. Çok acayipti Ka’daki grup konserinden sonra solo konser de çalmıştım Tosca’da. Öyle bir dinliyor ki insanların gözlerinden alıyorsun o gücü ve çok garip bir his, anlatmakta çok zorlanıyorum onu. Yani yaşarken yaşayabiliyorum ama şu an anlatmakta zorlanıyorum. Çok ilginç ve özel bir dinleyici Ankara dinleyicisi.”
Bölümün tamamını Spotify’dan dinleyebilirsiniz.👇🏻
Mert’in müziğinden bana kalan en büyük his her daim tanıdık ama bir o kadar da farklı gelmesi.
Mert, fugamundi x Akbank Caz Festivali özel etkinliğinde dinleme kulubüne konuktu ve “ait hissettiğin yeri hatırlatan bir parça” başlığında bizimle kendi listesindeki parçaları paylaştı tabii biz de onunla paylaştık. Onun orada söyledği bir cümlede burada kayıtlara geçsin isterim. “Gitar lirikleri beni çocukluğuma götürüyor.” Listemizin ortak bir noktası olan parçayı ise buraya bırakıyorum.
Rutinsizliğinin verdiği rutini ve özgürlük hissini ise denemem gerekenler arasına not ediyorum.
Mert’i konser öncesinde tüm ekiple ve kendiyle kalma hâlinde gördüm, sakinliğini korumasını takdir ederken podcast sonunda ikimizin kendimize hatırlattığımız şeyin yola neden çıktığını unutma olduğunu buraya not olarak düşüyorum.
♬ Konser: Nihal Saruhanlı, 13 Kasım Pazartesi akşamı saat 20:00’de Müze Gazhane - İklim Müzesi’nde solo konser ile karşınızda olacak. ♬ Bir kitap metnini akustik davul, perküsyonlar ve elektronik sesler ile seslendirecek. Ayrıntılar için tık tık.
♬ Konser: Çağlar Fidan ve Muaz Ceyhan İstanbul’un eski müziğinden bir repertuvarı ile 15 Kasım Çarşamba akşamı 20:30’da The Circle’daki PALiMPSEST Sergisi’ne eşlik edecek. Deniz Barlas Velioğlu’nun FETIFETI isimli eseri konserde dinleyicilere Kumbaracı Yokuşu’nun müzikli bir rotasını da çizerken. Orhan Tekelioğlu’na “sufi” bir anlatıyı anımsatan FETIFETI’den hareketle Çağlar Fidan ve Muaz Ceyhan, Kumbaracı Yokuşu’na adını veren Comte de Bonneval’ın mezarının bulunduğu Galata Mevlevihanesi’nde yaşamış bir 18. yüzyıl şairinin bestelenmiş bir şarkısını da seslendirecekler. Ayrıntılar için tık tık.
🎥 Film: Fotoğraflarında toplumun gözardı ettiği insanları, bağımlılığı, cinselliği, şiddeti tüm çıplaklığıyla sergileyen bir sanatçının, Nan Goldin’in portresi. HAYATIN TÜM ACILARI VE GÜZELLİKLERİ MUBI’de. Ben filmi İstanbul Film Festivali’nde izlediğimde film bitimi alkışlamaktan ellerim ağlamaktan ise gözlerim kızarmıştı.
💌 Bir sonraki sayıda Beats By Girlz’in ardından bizde kalanlara bakacağız, görüşmek üzere.