Herkese merhaba,
Geçtiğimiz pazar Kreşendo ekibiyle Hope Alkazar’daydık benim moderatörlüğümde Yasemin Mori’nin müzik yolculuğunu keşfe çıktık sonra da bu yolun başındaki müzisyenlerin demo kayıtlarını dinledik. Benim için bunu özel kılan güzel tesadüflerde vardı. Kayıtlara geçsin isterim. 2008’de Yasemin’in “Hayvanlar” albümünü dinlerken lisedeydim, İstanbul’dan uzaktaydım ve Beyoğlu’nda olmayı hayal ediyordum. Bugün ise metrodan çıktığımda içinde söyleşimin olduğu Mercado’yu Vitruta vitrininde gördüm, öğrencilik yıllarımda staj yaparken kendime ödül alarak mutlaka kitap alıp çıktığım Yapı Kredi Kültür Sanat’da içinde söyleşilerimin olduğu Sanat Dünyamız dergisi ise yine vitrinden bana gülümsedi. Yol çok dikleştiğinde ya da labirent hâlini aldığında başa dönmek, neden yola çıktığını hatırlamak her zaman rotanın üstündeki pusları kaldırıyor. Tavsiyedir lütfen evde deneyin.
Ece
Caniş’i ilk kez ve hangi işiyle görüp vurulduğumu hatırlayamıyorum ama artık gördüğüm bir resmin Caniş’e ait olduğunu şak diye anlayabiliyorum. Arabesk Fanzin ile başlayan cumartesiertesi’yle devam eden üretme biçimlerini ilgiyle takip ettiğim Caniş’i burada konuk etmenin sevincini yaşıyorum. En son Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü oyunundan hareketle oluşturulan 2024 takvimiyle kendisi çalışma masama konuk olmuştu. Bu takvimin üretim sürecini de konuştuk. Tanpınar sevdamızı da. Caniş dediğimi fark etmişinizdir kiminiz kendisini Vardal adıyla da biliyor. Benim de kafam biraz karışmıştı bu olaya da el atıp netleştirdik. Hepsi podcast’te sizi bekliyor.
Çocukken renklerle ve resim yapmakla arasının nasıl olduğunu keşfetmekle başlıyoruz bölüme.
“Evet resim yapıyordum ama mesela ablam avukat onun resmi benden daha iyiydi. O yarışmalar falan kazanırdı, ben kazanamazdım.🙂 Resme dair ilgimin ne zaman başladığını düşündüğümde ise şunu hatırlıyorum. Ben okulda çok çalışkan bir tip değildim, hep ortalamaydım yani. Bazen yaz tatilinde öğretmen kamplarına falan gidiyorduk annem öğretmen olduğu için orada resim yarışması gibi bir şey vardı ve orada fark ettim bunu, yarışma için hırslandım. ‘Ben daha iyi yapacağım’ gibi bir hırs geldi. Resme ilgimin ne zaman başladığıyla alakalı bir soru geldiğinde, aklıma hep bu anım geliyor. Normalde hiç hırslı bir tip değilim, bugün de hırslı değilim ama o zaman bu beni hırslandırmıştı.”
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Resim bölümünde lisans eğitimini tamamladın. Her sanat disiplininin eğitimi zor ama resim özelinde bazı “kurallar” zorlayıcı olabiliyor, senin için nasıldı o dönem?
“Algılarınızı yıkmaya geldim! Yani beni zorlamadı. Bu arada ben aşırı inek bir öğrenciydim ilk sene. Böyle sabah altıda kalkıp daha hademeler gelmeden okula gidiyordum, erken yatıyordum, sabah erken kalkıyorum. Bir süre böyle de gitti. Ortaköy'de şu anda da çok yakın arkadaşım olan, nikah şahidi olduğum Ilgın Özdoğan, benim üniversitede ev arkadaşımdı kısa bir süre. Onlar evde takılıyorlar, partiler falan yapıyorlardı ben uyuyordum, sabah erkenden okula gideceğim diye. Çünkü, çok bekledim orayı kazanmak için ve çok meftunuydum okulun. Sonra ikinci sene de saldık tabii ki. Haftanın her günü öğleden önce full atölye dersi vardı ve model çiziyorduk. Sonunda da birkaç tane seçmeli ders alınca bitiyor zaten dönemin. Ve aşırı da kolay aslında. Bence resim bölümünden biri mezun olmuyorsa, mezun olmak istemiyordur. Kimse de bir şey dikte etmiyor ama tabii Sedat Hoca vardı. Allah rahmet eylesin, birkaç sene önce vefat etti. Sedat Hoca, bana çok kötü davranmıştı. Zorlandığım kısımlar buydu, kötü davranılıyordu ben de zorlanıyordum. Şöyle bir şey olmuştu hatta, atölyede soba yakıyoruz, soba ve model var biz de çizim yapıyoruz. Bir keresinde resmimi gösterip ‘bu boktan sobayı niye buraya çizdin’ dedi ve ben bana hakaret ediyormuş gibi hissettim. Bence biraz öyleydi de şahsıma yönelik gibi bir tavırdı o. ‘O kötücül tavrı hak etmiyorum ben’ diyerek mesela çok uzaklaşmıştım o ilk iki senenin sonunda.”
Çok ev değiştirdin. Hatta bunu seriye dönüştürüp “Yetiştiğim Yerler” ismiyle de sergiledin. Ve bugün adada evde üretmek özelinde de bir alanın var senin. Yıllar sonra ‘evet artık evim var’ dediğim bir evin var. Geçicilikten sıyrıldığın bir durum var. Ve bu seni üretmeni nasıl etkiledi, bunu merak ediyorum? Evde üretme hâli, oranın bir yandan atölyen bir yandan da evin olması, üretme halini nasıl etkiliyor?
“Çok ev değiştirdim. Gerçekten 18 mi 19 mu artık neyse! Bir sene kaldığım ev yoktu benim 2018'e kadar falan. 6 ayda bir, 3 ayda bir, 7 ayda bir falan böyle sürekli değiştiriyordum ev. O yüzden de böyle gerçekten çok az şeyim vardı. Birkaç kitap. Hiçbir şeyim yoktu. Her şeyi de atıyordum bir de. Hani kimileri her şeyi saklar, taşır eder falan ya. Sıfır. Her şeyi atarım, her şeyi. Fazla çorabım olsun, onu da atarım. Hoşuma da gidiyordu benim bu. Aşırı da hızlı taşınabiliyorum o yüzden. Üç saatte bütün ev paketlerim, kolilerim falan. Neden öyle oldu bilmiyorum ya. Bağlanma problemim var diye ben açıklıyordum. Belki de vardır. Ve böyle otuzlara girince artık bir yerleşik hayat ve yapmak istediklerime odaklanmamla ilgili daha büyük bir istek duydum, ihtiyaç hissettim artık galiba. Ben pandemide Kanlıca'da kalıyordum. Böyle pandemi herkeste çok garip bir kırılma yaşattı ya. Bende de bir şeyleri kaçırıyorum hissi vesairesi, çok gitti. Ben yokken kimse zaten o kadar da eğlenemez ya gibi bir yere geldim. Bir gün Cansu'nun (Baydar) yanına gittik Ata’yla. Dönerken ‘ben adaya taşınacağım dedim.’ Üç ay içerisinde bir ev bulup adaya taşındım. O zamandan beri de oradayım. Pandemiyle birlikte şehirden uzakta kaldığım, evde tek kaldığım o dönem aşırı çalıştım, ürettim. Cumartesiertesi o dönem çıktı. Böyle çalışırken aşırı bir tatmin, doyum, yani o libidinal enerjinin aktığı o alan gerçekten böyle büyük haz veriyor. Dedim ‘mükemmel, ben buradan akayım, devam edeyim’. Ve adaya taşındım. Böylece evde kendimle daha çok vakit geçirdiğim ve bir sürü şeyler de yaparken yani daha konsantre çalışabildiğim bir dünyaya girmiş bulundum.”
Arabesk Fanzin 2015-2018 yılları arasında çıkıyor. Burada aslında biraz böyle eskiden beslenmek, ona dair bir arşiv oluşturmak var. Ama şunu da fark ettim ben, senin tüm işlerine bakınca. Aslında üretim araçlarını yani tüm bu disiplinleri kayıt tutmak için kullanıyorsun bir yandan da. Üretim Kaydı’na senin konuk almak isteme sebeplerinden biri de buydu. Tarihi de kaydediyorsun ama kendi kişisel kaydın da var. Bu, ben bunu böyle yapayım gibi net bir yerden mi çıktı? Sen kayıt tutmaya dair o perspektifi nasıl oluşturdun? Biraz bahsedebilir misin? Bana bu Arabesk Fanzin ile başlamış gibi geldiği için buradan sordum ama daha öncesi varsa da tabii duymak isterim.
“Zamanla kendini tanıdıkça da ne yaptığını fark ediyorken buluyorsun. Böyle ben artist statement’ımı yazdım yakın zamanda. Onu yazarken daha iyi anladım. Aynen ben bunu yapıyorum dedim. Çünkü yaparken onu düşünmüyorsun, zaten öylesine çıkıveriyor senin içinden. Yani bir beğeni dünyan var. Sevdiğin şeyler, yapmayı sevdiğin şeyler, izlemeyi, görmeyi, gezmeyi sevdiğin yerler. Bu sevdiklerini yaparken ne için yaptığını her zaman farkında olmuyorsun. Ben de böyle zaman içerisinde ‘aa böyle böyle şeyler yaptım, bir araya gelince bak bunlar buralardan ortaklık kurdu’ diyerek fark ettim. Ben 12 yaşımdan beri günlük tutuyorum. Benim bir kütüphane dolusu defterim var yani kayıt tutmaya oralardan başlamışım.”
“Arabesk Fanzin’de de şöyle bir şey oldu, o dönem bir manitam vardı, kendisini hem iyi anarım hem kötü anarım bana bir sürü şey kazandırdı, biraz da toksik bir yere giden bir ilişkiydi. Ama onunla birlikte Reşad Ekrem’nun Koçu İstanbul Ansiklopedisi’ni keşfetmiştik. O dünya tabii ki çılgınca güzel ve beynim patlamıştı okuduğum şeyler karşısında. Yani onların ne olduğunu bile bilmeden, işte sanat böyle bir şey herhalde deyip büyüleniyorsun. Sokak sokak İstanbul'u yazmış gerçekten ne yaptığını fark etmeden buna büyüleniyorsun. Bir şeye biat etmek çok uçuk, çok güzel. Ve bunun değerini giderek daha iyi anlıyorum. Gözüm dolmuştu yani açıp okuduğumda o ansiklopediyi. Sonra sanat taklit etmekle ilgili de başta konuştuk ya taklit etmek istedim. Benim gitmek istediğim yolla ilgili bana ilk kapıyı açtı Reşad Ekrem Koçu. Ben de kayıt tutmanın kendim için ne kadar heyecan verici olduğunu fark ettim. Ve bir yandan resim yapmak da çok anlamsız geliyor bana. Yani ee yani bunu bir tabak patates çizdin koydun yani bu çok mesela Van Gogh yaptığında diyorum ki muazzam ne kadar güzel keşke benim olsa ama ben bir şey üretiyorduysam bu o mu olmalıyı? hiç içselleştiremedim yani. Kayıt tutmak, harita yapmak, fanzin çıkarmak, yazıyla görsel becerimi birlikte bir araya getirebilmek falan daha böyle benlik bir şey. O kayıt tutma halini seviyorum. Anlamlı ve faydalı geliyor. Bir tane otoportrem şu kadar liraya satıldı ve birinin evinde duruyor. Bu benim için hiçbir şey ifade etmiyor açıkçası ya. Yani resim yapıyorum, resimlerimi alın tabii ki ama. Benim yolum daha böyle yazıyla ve o kayıt tutmayla falan oluşmaya başladı. Sonra fanzinde bunu uygulamaya başladım. Zaten bir yandan da kaynak olarak işte Nişanyan Sözlük’ü, Reşad Ekrem Koçu'yu kullanıyoruz. Ama bir yandan işte kendi gündelik hayatımızda sevdiğimiz jargonu da oraya adapte ediyoruz. Reşad Ekrem Koçu'nun Salt'taki son sergisi “Başka Kayda Rastlanmadı” da mesela bir katta sadece küfürler, argolar, terimler vs. vardı. Onun külliyatını da tutmuş bir yandan adam fark etmeden. Ben de fark etmeden bir dönemin jargonunun kaydını tuttuğumu da sonradan fark ettim, o kayıt tutma halini sevdim. Daha sonra haritalar hazırladım, gözyaşı haritası, zaman sözlüğü, böyle böyle ufak ufak şeyler yaptım.”
“Şimdi Adanın Köpekleri ismiyle, adada tanıdığım, bildiğim, sevdiğim köpekleri çizdiğim bir ufak fanzin yaptım. Seviyorum yani bu dünyayı. Hatta mesela resim çok uzun süredir yapmıyordum bu kaygıyla yani neden yapayım ki? Bu beni tatmin etmiyor. Ben ortaya bunu koyacağım ve bunu savunacağım demek. Ama ben savunacak bir şey bulamamıştım yani.Ta ki çok içmeye başlayana kadar.”
“Ben böyle inanılmaz sofralar, içkiler seviyorum. Küçüklüğümden beri de hep böyle o içki sofralarında büyüdüğüm için konforlu, evimde ait hissettiğim bir yer gibi benim için. Böyle masalar, dağınık masalar falan severim. Onları çizmeye başladım. Bu böyle önceki gecenin arkeolojisi gibi, biraz böyle hiyeroglif gibi okunabilecek masalar çizmeye başladım. Şu an artık satın alabilirsiniz dediğim nokta bu. O da tarihsel bir süreci temsil ederek ilerliyor. Arkadaşımın portresi olarak onun oturmuş olduğu bir masayı yapmak. O masanın bizden de söylediği, üzerinde ne var? Neler olmuş? Nasıl bir gece?”
Podcast’i tüm podcast kanallarından dinleyebilirsiniz.
Önümüzdeki hafta 👀
Kreşendo sunar: Müzik Yolculuğunun Peşinde, sizi birlikte dinlemeye, ilham almaya ve üretmeye çağırıyor! 💚
Etkinliğimizin ilk oturumunda Tuğçe Şenoğul ile gerçekleştireceğimiz söyleşinin ardından ikinci oturumda dileyen katılımcıların demo kayıtlarını birlikte dinleyerek birbirimizden güç alıyoruz. Kayıt formu için tık tık.
💌 Haftaya görüşmek üzere.
<3 ellerine sağlık canımkuş