Bugünden bir film: Sanki Her Şey Biraz Felaket
Filmin oyuncuları ve yapımcısı Cemre Erül ile söyleşi🌸
Filmin yapımcısı Cemre Erül’le filmin üretim sürecine dair söyleşi
Önce tanıyalım: Cemre Erül, 1993 yılında İstanbul’da doğdu. Royal Holloway University of London’da Medya Sanatları bölümünden mezun oldu. Reklam filmleri, belgeseller, müzik videoları ve kısa filmlerde yardımcı yönetmenlik yaptı. Yapımcılığını üstlendiği ilk kısa film Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var, 2018’de İstanbul Film Festivali ve SİYAD Ödülleri’nde Ödülleri’nde En İyi Kısa Film ödülünü kazandı. Yapımcılığını üstlendiği ilk uzun metrajlı film Sanki Her Şey Biraz Felaket dünya prömiyerini 2023 yılında Rotterdam Film Festivali’nde, Kuzey Amerika prömiyerini New Directors/New Films’te yaptı.
Sinema eğitimini farklı bir ülkede alan herkese sorduğum bir soruyla başlamak istiyorum. Setlere “saha” diyecek olursak eğitim döneminde öğrendiğin ama burada “sahada” işlemeyen pratikler var mı? Varsa bu durumu nasıl aşıyorsun? Başta bir uyum sorunu yaşadığını düşündün mü hiç?
Adapte olma konusunda sıkıntı yaşadığımı düşünmüyorum. Biraz da üniversitedeki bir hocamın sayesinde sanırım. Müfredatta haftada 10 saatlik dersimiz varsa en az 17-18 saat ders yapardık. Sabah 5’te bizi stüdyoya dikerdi “gerçek hayatta sete karanlıkta ve soğukta gideceksiniz’’ diyerek. Mezun olduktan bir iki ay sonra başladım reklam setlerinde çalışmaya. Öğrendiğim çoğu şeyin aslında gerçek hayatta da geçerli olduğunu gördüm. İngiltere’de öğrenci setleri dışında profesyonel bir sete girmediğim için kıyaslama yapmam doğru olmaz ama mezun olduktan sonra arkadaşlarımdan öğrendiğim bir şey vardı ama onu paylaşayım: İngiltere’de prodüksiyon ekipleri nereden geleceğini öğrenip navigasyon uygulamalarından mesafeye göre benzin parasını hesaplıyormuş ve bir kuruş üstünü vermiyorlarmış. Bana çok net bir sistem gibi gelmişti. İstanbul gibi bir şehirde uygulanması imkansız bir şey bence, ama hesaplamanın bu kadar net olmasına bayılmıştım.
Yapımcı olarak konumlanman nasıl oldu peki? Bence zor bir alan bütçe yönetimi ve genelde ilk tercih olmuyor sorumluluğu fazla çünkü.
Üniversite öncesi sinemanın hangi alanında olmak istediğimi bilmiyordum. Başvuru yaparken motivasyon mektubu yazmak gerekiyordu. Ben o mektupta “ilerde önemli bir rolde çalışmak istiyorum ama çok da göz önünde olmak istemiyorum’’ yazmıştım. Danışman öğretmenim “çok havada bir açıklama bu, bence değiştir’’ demişti hatta. Anlatmaya çalıştığım şeyin yapımcılık olduğunu ilerleyen senelerde anladım. Bence bir bağımsız yapımcının öncelikli görevi bir filmin çekilebilmesini sağlamak. Günümüz şartlarında, sadece Türkiye’den de bahsetmiyorum, senede binlerce yeni film projesi varken ve belli başlı fonlar varken bir yapımcının işi hayli zor. O sorumluluğu sırtlamak da sonuna kadar inanmadığın, birlikte senelerini geçirmeye hazır olmadığın bir projeyle pek de mümkün değil bana göre.
Günümüzde özellikle festivallerde “artık” yapımcılarında filmdeki yerini bence daha çok konuşur olduk ve bunun sayesinde seyircinin zihninde “yapımcı”nın ne iş yaptığı da biraz şekillenmeye başladı. Katılır mısın bana? Buna dair bir anın varsa onu da dinlemek isterim.
Daha çok konuşuluyor diye düşünüyoruz evet, ama bence işin çok içinde olduğumuz için öyle bir yanılsama yaşıyoruz. Ailem ve arkadaşlarım yeni yeni kavrıyorlar tam olarak diyebilirim. Geçen aylarda Hindistan’da bir festivale gittik. Bir senarist bana gelip “Yapımcı mısın, güzel bir fikrim var, para koyabilir misin?’’ diye sordu. Sanki Her Şey Biraz Felaket’i nasıl çektiğimizden bahsedince de haliyle ilgisini kaybetti. Hala yapımcıları sadece yatırımcı olarak görenler çoğunlukta bence.
İlk set deneyiminden biraz bahsedelim istiyorum Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var yapımcılığını yaptığın ilk kısa film, sene 2018 🙂 O zamanki yapımcı “Cemre” nasıldı?
Kısaca Felaket ve Yerçekimi diyeceğim filmlere. 😊 Tam tersi beklenebilir ama Yerçekimi’nin yapımcılığını üstlenmek, Felaket’e girişmekten daha zordu benim için. Üniversitede üç tane kısa film çekmiştim ve bir sürü kısa filmde başka rollerde çalışmıştım. Buna rağmen Yerçekimi çok farklıydı. Öğrenci olmanın getirdiği rahatlık gittiği ve “gerçek dünyada’’ bir film çektiğimiz içindi belki. Başta kendimi sorguladığım zamanlar oldu, yapabilir miyim diye, ama sanırım Umut’un da bana duyduğu güvenle ve Yerçekimi’ni benimsemekle, öğrenciyken deneyimlediğim yaratma isteği/ihtiyacı geri geldi.
O yıldan (o setten) bugüne kendine not ettiğin bir şey var mı?
Düşüncelerine ve vizyonuna sonuna kadar inandığın bir yönetmen, işlerine hakim ve güvendiğin bir ekiple çalışmanın ne kadar önemli olduğu. Bir de setteki iyi yemeğin, oyuncuların ve ekibin motivasyonunu ne kadar artırdığı.🙂
Sanki Her Şey Biraz Felaket’ten devam edelim. Umut ile özellikle dengesi üzerine kafa patlattığınız bir sahne var mı? Varsa paylaşır mısın?
Ayşe’nin fotoğrafçıya gittiği sahne. Umut senaryoyu yazarken biraz daha sert tabirler kullanmak istemişti. Var gücümle savaştım şu andaki halinde kalması için. Bir kadın olarak şu andaki hali bana anlatmak istediği şeyi anlatırken yeterince sert ve tetikleyici geliyor. Herkesin bu sahneye yaklaşımının farklı olması beni şaşırtan bir şey oldu mesela. Benim için çok bariz bir şekilde rahatsız edici bir sahneyken, gösterimlerde gülenler oluyor. Ben hala filmi izlerken o sahne başlayınca irkiliyorum. Provalarda bile izleyemedim hatta Melis’i.
Pandemide sette olmak nasıldı peki? Aslında bir noktada dünya durmaya çalışırken sizin yine de üretmeye devam edebiliyor olmanız kıymetli geliyor bana ama bütçe olarak da zorlamış olabilir bilemedim. 🙂
Avantajları oldu tabii. O sırada hala setler tam olarak normale dönmemişti. Sahadaki iş sayısı çok fazla olmadığı için ekibi bir araya getirmek ve ekipman ayarlamak zor olmamıştı mesela. İyi bir döneme denk geldik diyebilirim. Sokağa çıkma yasakları kalkmıştı ama maske hala zorunluydu. Şansımıza setin son günü ve son sahnesi çekilirken ekipten bir arkadaşımızın testi pozitif geldi. Çoğumuz da kaptık sette hep maske takılıyor olmasına rağmen. Şansımıza dememin sebebi eğer 13 günlük setin ortasında başımıza gelseydi bir daha ekibi ve oyuncuları bir araya denk getirmek imkansıza yakın olurdu.
Yapımcılığın aslında sette geçemeyen bir o kadar ofis/evde kafa yoran bir yanı da var. Sen nasıl çalışıyorsun? Bir rutinin var mı? Müzik sana eşlik eder mi merak ettim 🙂
Benim müzikle ilişkim biraz tuhaf. Çalışırken sessizlik sevdiğim için müzik dinleyemiyorum. Kafam çok dolu olduğu zamanlar sabah iyice erken kalkıp defterimin ve bilgisayarımın başına oturuyorum. O günün yapılacaklar listesini yazıyorum. Gün içinde atacağım mailler varsa onları yazıp kaydediyorum. Kesinlikle sabah insanıyım ve yapabileceğimin maksimumunu temiz bir kafayla günün ilk saatlerinde halletmeyi daha verimli buluyorum. Çok yoğun dönemlerde de geceleri yatmadan önce kafamı dağıtmaya çalışıyorum ki bir sonraki gün yapacağım şeyler rüyama girmesin. Yoksa iki kere yapıyorum her şeyi: ilki rüyamda, ikincisi gerçekte. 🙂
Filmin dünya seyircisindeki karşılığı sana ne düşündürüyor?
Bir sürü ülkede soru cevap yaptık ve bazen öyle sorular ya da yorumlar geliyor ki tüylerim diken diken oluyor. “İşte biz bu filmi tam olarak bunun için yaptık’’ diyorum. Seneler boyunca türlü türlü zorlukları aşıp seyirciyle buluşturuyorsun filmini ve Kolombiya’dan, Güney Kore’den birileri çıkıp diyor ki “bu film benimle ilgili.’’ İşte o zamanlarda inanılmaz bir tatmin duygusu yaşıyorum.
Filmin oyuncuları ile söyleşi
Umut Subaşı ile olan podcast’imizde de öğrendiğimiz üzere filme yer alan tüm oyuncuların ilk uzun metraj deneyimi Sanki Her Şey Biraz Felaket filmiyle olmuş. Oyuncularla set deneyimleri üzerine konuştuk.
İlk uzun metraj film deneyimin olduğu için bu soruyla başlamak istiyorum. Seti nasıl bir deneyim olarak hatırlıyorsun?
Evet ilk set deneyimim olduğu için bir değerlendirmem olamıyordu sadece bittiğinde çok güzel bir süreçti diye düşünüyordum. Başka işlerde çalıştıktan sonra herkesin birden fazla işi çok severek üstlendiğini anladım. Özellikle Cemre’nin tüm set süreci boyunca bize yaptığı tatlılıklar saymakla bitmez. O yüzden sadece iyi ki diyebiliyorum bu süreç için.
Ağlama sahneleriyle devam etmek istiyorum. Film bir yandan bizim kuşağın da anlatısı olduğundan yer yer empati kurmamak, karakterde kalmak zorlamıştır diye düşünüyorum. Bana katılır mısın? O sahnelere hazırlanmak ve çekimler senin için nasıl bir süreçti?
İçinde bulunduğumuz dönemin bir anlatısı olması benim açımdan kolaylık sağladı tabii ki. Zeynep benden her anlamda çok farklı bir karakter ve verdiğimiz tepkiler farklı olsa da hisler benzer olduğundan zorluk yaşamadım. Karakterin tavrı, tarzı noktasında da zaten Umut ne istediğini çok net biliyordu bence. Ağlama sahneleriyle ilgili de bir anda ağlamaya başlamamızı istediğinde “ya acaba nasıl yaparım” diye düşündüğümü hatırlıyorum öncesinde.😊
Sonradan o sahnelerin üzerine müzik eklenmiş hâliyle izlediğinde neler hissettin?
Filmi ilk izlediğimde ben o kadar çok güldüm ki… Çok merak ediyordum hem kendimi hem arkadaşlarımı. Unuttuğum ve izlediğimde hatırladığım sahneler oldu. Genel olarak müzik ve kurguyla beklediğim çoğu sahne dramatik olmanın ötesinde gerçekten saçma bir komikliğe sahipti.
Son sorum da finale dair olacak. Melis ile olan gülme sahneniz filmde sanırım en duygulandığım ve düşündüğüm sahnelerden biri oldu. Ağlama sahnelerinde gülerken gülme sahnesinde ağladım öyle bir etki! Bu sahnenin provasız çekildiğini Umut’tan dinledim. Oyunculukta bazen gülmek en zorudur denir. O sahne senin oyunculuk sürecinde nasıl bir yerde duruyor artık, merak ettim.
Evet benim en sevdiğim sahne olabilir sanırım final sahnesi. Çektikten sonra “nasıl oldu acaba” diye düşünerek ayrıldığımı hatırlıyorum setten. İlk izlediğimde Zeynep ve Ayşe’yi ilk defa böyle yan yana görmemizin etkisiyle sanırım ben de çok duygulanmıştım. Zeynep için bence orada yaşadıkları şey çok özel, o yüzden düşündüğümde bile böyle hafif bir gülümseme oluyor yüzümde.
İlk uzun metraj film deneyimin olduğu için bu soruyla başlamak istiyorum. Seti nasıl bir deneyim olarak hatırlıyorsun?
Dürüst olmak gerekirse mesleğime ilk adımım olduğundan, tam olarak ne yaptığımdan emin olmadığım bir şekilde başlamıştı bu yolculuk benim için. Prova dönemiyle, Umut’un bizden ne istediğini çok net bilmesi ve aktarması ile iş kafamda zamanla oturmaya başladı. Fakat ilk kez deneyimleyen biri için kamera önü dünyanın en rahat yeri olamayabiliyor bazen. Ama ekibimizdeki herkes o kadar tatlı ve işine hakimdi ki 15 gün boyunca sahnem olsun olmasın setten ayrılmadım ve alabileceğim her şeyi almaya çalıştım. Ayrıca ilk işimi bu kadar özenli ve hevesli bir ekiple deneyimlediğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Ağlama sahneleriyle devam etmek istiyorum. Film bir yandan bizim kuşağın da anlatısı olduğundan yer yer empati kurmamak, karakterde kalmak zorlamıştır diye düşünüyorum. Bana katılır mısın? O sahnelere hazırlanmak ve çekimler senin için nasıl bir süreçti?
Filmimizdeki karakterler bizlere uzak olmayan, ya çevremizde ya kendi hayatlarımızda gördüğümüz ortak sorunları, ortak umutsuzlukları paylaşan insanlar aslında. Benim kendi adıma durumlara karşı aldığım tutumum ya da aksiyonum farklı olabilir fakat hissiyatın çok ortak olduğunu düşünüyorum. Ağlama sahnelerinin üzerine Umut’la sete çıkmadan önce konuşmuştuk. Referanslar ve örnekler üzerinden ne istediğini gayet iyi anlamıştım, o yüzden o sahnelerin çekimi gayet rahat geçti. Ne yapacağımızı bildiğimizden oynarken zorlanmadık. Biz enerjisi çok yüksek bir ekiptik ama filmin atmosferi tam tersini gerektiriyordu. Enerjimi oraya düşürmek ve tüm gün onun içerisinde kalmaya çalışmak belki bazı günler yormuş olabilir ama çok ufak bir detay gerçekten.
Sonradan o sahnelerin üzerine müzik eklenmiş hâliyle izlediğinde neler hissettin?
Umut’un hepimizi belirli bir ritim içine sokmak istediğini ve seyirci üzerinde dramatik bir etki kovalamadığını bildiğimden onun aklındakinin, anlattığının tam yansımasıyla karşılaştım. Karakterin içinde bulunduğu durumla marş arasında bir tezatlık oluşturuluyor ve müziğin ritmiyle doğru orantılı olarak karakterin katarsisi şiddetleniyor ama müzik ritim ve katarsis hâli o kadar birbirini sıfırlıyor ve nötrlüyor ki bir izleyici olarak bende “hissizlik” oluşuyor.
Son sorum da finale dair olacak. Melisa ile olan gülme sahneniz filmde sanırım en duygulandığım ve düşündüğüm sahnelerden biri oldu. Ağlama sahnelerinde gülerken gülme sahnesinde ağladım sanırım öyle bir etki! Bu sahnenin provasız çekildiğini Umut’tan dinledim. Oyunculukta bazen gülmek en zorudur denir. O sahne senin oyunculuk sürecinde nasıl bir yerde duruyor artık, merak ettim.
Beni en tedirgin eden sahneydi ve çektikten sonra Umut bize izletmediği için tedirginliğim devam etti. 😁 Sahne üzerine tabii ki konuşmuştuk hatta birkaç denememiz olmuştu ama provasını almadık, denediklerimiz de olmadı. Sonra Umut benim aklımda güzel bir şey var ama çekeceğimiz güne kadar söylemeyeceğim dedi ve bizi daha da gerdi çünkü tüm sahneleri provalı, seçimlerimizi netleştirerek, belirleyerek çekmiştik. Sadece final sahnesi belirsizdi ve film için de önemli bir sahne olduğunu düşünüyordum. Neyse ki o gün Umut’un direktifleriyle, seçimleriyle ve Melisa’yla aramızda oluşan enerjiyle biraz tuhaf ama samimi, az biraz doğaçlamalı bir sahne çıktı. Sahnede Ayşe Zeynep’in gülüşünü düzeltmeye çalışacaktı ve biz kahkaha atmaya çok temel bir yerden girdik. Oynarken biraz yabancılaştıran bir sahneydi ama izlerken buruk bir gülümseme bırakmıştı bende. Finalde gördüğüm resim benim çok hoşuma gitmişti; her şeye rağmen devam etmeye çalışan, tüm problemlere rağmen umut eden, günün sonunda birbirine gülmeyi öğreten iki kız.
İlk uzun metraj film deneyimin olduğu için bu soruyla başlamak istiyorum. Seti nasıl bir deneyim olarak hatırlıyorsun?
Bu aslında ikinci filmim ama ilk başrolüm. Set deneyimini bana sevdiren film Sanki Her Şey Biraz Felaket oldu diyebilirim. Gerçekten çok özverili, çalışkan, ne yaptığını bilen bir ekip olduğumuza inanıyorum. Hal böyle olunca sete sürekli oyuna çıkacakmışım gibi bir heyecanla gidiyordum. Sürekli merak ediyordum şu sahneyi ne zaman çekeceğiz, acaba nasıl olacak bugün çektiklerimiz diye. İnsan yola çıktığı insanlara inanıp güvenince kendini de çok güvenli bir alanda hissediyormuş, bu sayede keyifle üretmeye konsantre olabiliyormuş. Açıkçası seti böyle hatırlıyorum.
Ağlama sahneleriyle devam etmek istiyorum. Film bir yandan bizim kuşağın da anlatısı olduğundan yer yer empati kurmamak, karakterde kalmak zorlamıştır diye düşünüyorum. Bana katılır mısın? O sahnelere hazırlanmak ve çekimler senin için nasıl bir süreçti?
Evet size katılıyorum. Filmin karakterlerinin yaşadığı sorunları, umutsuzlukları, çırpınışları çok yakından tanıyordum. Tabii karakterde kalmak meselesine gelecek olursak beni muallakta bırakmaktan ziyade daha çok işin içinde tuttu diyebilirim. Bu durumu avantaja çevirmek için çabaladım. Ağlama sahneleri en çekindiğim sahnelerin başında gelse de, sete hiç hazırlanmadan gidebildiğim sahnelerdi. Dediğiniz gibi film bizim kuşağın da anlatısı olduğu için uzun süredir farkında olmadan çalışıyormuş gibiydim zaten. Onun dışında Umut çok konforlu hissettiren bir yol arkadaşı. Sete girmeden karaktere dair bütün hazırlığı yaparken gereken bütün yolları yürümem için rehberlik etti. Ben de onun rehberliğinde yazdığı karakteri elimden geldiğince bulmaya çalıştım.
Sonradan o sahnelerin üzerine müzik eklenmiş hâliyle izlediğinde neler hissettin?
Tabii hepimiz filmin son halini çok merak ettik. Aşağı yukarı bir fikrim vardı. Referans olması için bazı sahnelerden konuşmuş, bazılarını izlemiştim. Müzik ve diğer faktörler filmi oldukça destekler nitelikte ve uyumlu diye düşünüyorum. Filmin son halini izlediğimde çok eğlendim kendi adıma.
Ali’nin şiir okuma sahnesini “kayıtlara geçirelim” istiyorum. Kaç take alındı ya da ilk seferde gülmeden okumayı başardım diyebilir misin? 😊
Benim için çok keyifli bir sahneydi. Tabii Umut şiiri daha önce yazıp bana yolladığı için gülme krizlerini önceden atlatmıştık. Kaç take aldık hatırlamıyorum ama sabah saat çok erkendi ve o gün hava çok soğuktu. Koşullar böyle olmasa belki zorlanırdık gülmeden çekmek için. Ama sanırım başka zorluklar işe odaklanmamızı sağladı. Hatırlamasam da illa ki gülmüşüz, eğlenmişizdir. Çünkü setin genel hali öyleydi. Para isteme sahnesini çektiğimiz gün dediğiniz tam olarak başımıza geldi örneğin, gülmekten bir süre sahneyi çekemediğimizi çok eğlendiğimizi hatırlıyorum. Tabii içerisi sıcacıktı.
İlk uzun metraj film deneyimin olduğu için bu soruyla başlamak istiyorum. Seti nasıl bir deneyim olarak hatırlıyorsun?
Öncelikle ilk filmimizin neredeyse katıldığı her festivalden ödülle dönmüş olması benim için müthiş bir tatmin hissi yarattı ve hayatın boyunca her günün sette geçecek deseler bir saniye bile düşünmem kabul ederim.
Ağlama sahneleriyle devam etmek istiyorum. Film bir yandan bizim kuşağın da anlatısı olduğundan yer yer empati kurmamak, karakterde kalmak zorlamıştır diye düşünüyorum. Bana katılır mısın? O sahnelere hazırlanmak ve çekimler senin için nasıl bir süreçti?
Filmdeki karakter adları Ayşe, Zeynep, Ali ve Mehmet: genele hitap eden isimler. Bu bence bizim kuşağın yaşadığı sorunların hepimizi kapsadığını gösteren bir tercih. Herkes aynı ruh durumu içinde benzer sıkıntılarla uğraşıp, bu çıkışsızlık hissiyle boğuşuyor. Dolayısıyla bunlar yabancısı olmadığım duygular. Ezcümle hazırlanmam için yaşadığımız ortam kesinlikle çok yardımcı oldu diyebilirim.
Sonradan o sahnelerin üzerine müzik eklenmiş hâliyle izlediğinde neler hissettin?
Anlatımın en önemli unsurlarından biri de müzik. Bundan ötürü filmin mizah tonunu arttıran bir etkisi oldu. Son eksik parçayı yerine yerleştirmek gibi bir his.
Mehmet’in çorba içme sahnesini kayıtlara geçirelim istiyorum. Uzunca bir süre çorbayla arana mesafe koymana sebep oldu mu? 🙂
Kodlarında olmayan hal tavırları benimsemeye çalışan Mehmet'in özüne döndüğünde, duyduğu hevesin irite edici bir anlatımı o sahne benim için. Bir süre mesafe koysan da nihayetinde benliğinden kaçamazsın. Bana gelince her gün dingin bir şekilde çorbamı içmeye devam ediyorum. 🙂
Filmin yönetmeni ve senaristi Umut Subaşı ile kaydettiğimiz podcast’i buradan dinleyebilirsiniz. 👇🏻