Dışarıda Yakınlık: Berk Kır ile ilk kişisel sergisi üzerine söyleşi
Bu hafta ilk kişisel sergisini yakın zamanda izleyici ile buluşturan Berk Kır ile birlikteyiz.
Berk Kır, kimdir?
1997, İstanbul doğumlu Berk, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden 2019 yılında mezun oldu. Lisans eğitimine paralel olarak Milliyet Gazetesi Kültür ve Sanat Departmanı, Rahmi Koç Müzesi Koleksiyon Yönetimi Bölümü, Sinop Balatlar Kilisesi Kazısı, Konya Kubadabad Saray Kazısı, Ayasofya Müzesi, Genç Sanat Dergisi ve Müze Kart’ın iş geliştirme ekiplerinde yer aldı.
İstanbul’da yürümeyi de yürürken yere bakmayı da çok severim, inanılmaz süprizlerle karşılaşma imkânınız olur. Hatta uzunca bir süre “savrulanlar” isimli bir seri ile rüzgarın süreklediklerini çekmiştim. Bu fotoğrafların zihnimde en kalıcı yer edenleri de genellikle Sirkeci’den Kabataş’a olan yürüyüşlerimde olmuştur. Bu yol denize yakın olmasına rağmen denizi göremediğin bir yoldu. Yürürken zaman zaman sağınızda galvaniz trapez sac görürdünüz ve bir noktada yürüyebileceğiniz yol bitince karşıya geçerdiniz, bu sefer de o sac solunuzda olurdu. Üstünde belki uzun zamandır beklediğiniz bir konserin haberi ya da kaçırdığınız bir etkinliğin afişi olurdu. Aralara sıkışmış tek tük QR kodlu bazı minik reklamlar belki. Galataport’un ve Resim Heykel Müzesi’nin inşaat tozu paçalarınızda. kulağınızda kulaklığınız ve en sevdiğiniz şarkı… Hatta belki Ezel, Şehrimin Tadı diyor ya oradan aklıma geldi. Fındıklı’ya gelince belki bir minik park molası, hava güzelse tabii. İşte böyle anılarım olan bu yoldan geçerek Berk’in ilk kişisel sergisine doğru yol alıyorum. Yaklaşınca içeri gireceğim diye kulaklığımı çıkarıyorum, beni bir ‘şşş’ sesi selamlıyor, Berk’in sesi diyorum ama Berk yok. 👀 Sonra Berk içeriden “dışarıya” çıkınca ve ben de içeriye girince, anlıyorum serginin davet sesi olduğunu. Berk’in bir süredir devam eden “Başımın Üstünde Yerin Var” fotoğraf serisinden fotoğraflar karşılıyor beni. Ben özellikle başın üstünde duran çaydanlığı seviyorum çünkü çaydanlık ve kadın bir evde “sık sık” yan yanayken sokakta “dışarıda” çay ocaklarıyla çaydanlık da nedense erkekleşiyor. Bunları düşünürken Berk’in trapez sac üzerinde fotoğrafları varken tarama yöntemiyle elde ettiği verilerle oluşturduğu sesleri dinliyorum… En başa dönüyorum. Yıllardır bu caddede boylu boyunca duran trapez saclar neler kaydetti acaba diyorum, trapezin o tarafına biz hiç geçemedik, bu taraftayken ise gürültülü o sesi duymamak için müziği son ses açtık. Berk, bu yıl kişisel sergisinin gerçekleşeceğini ilk duyurduğunda da ve serginin açılmasına az zaman kaldığında da ona aynı şeyi sordum.
-Berk sergin için çok heyecanlıyım!
Sen nasılsın?
-Ah ya! Ben de öyle!
Çalışıyorum bir yandan hâlâ üzerine.
Bunu da kayıtlara geçirdiğime göre sizleri Berk’in ilk kişisel sergisi “Dışarıda Yakınlık” üzerine konuştuğumuz söyleşimize uğurlayabilirim. Sergiyi 31 Ocak’a kadar Merdiven Art Space’de görebilirsiniz.
Berk, öncelikle nasılsın? diyerek başlamak istiyorum. İlk kişisel sergi deneyimin her şeyiyle biricik olsa gerek, insanlarla bir araya gelmenin mutluluğu ya da bağımsız bir sanat alanında sergi yapmanın verdiği her şeyle ilgilenme gereksiniminin yorgunluğu… Yolun değiştiğini görmeye başlama hâli… Bundan birkaç sene önce Kasa Galeri’deki grup sergisinde yer alan işini konuşurken “İlk kez bir fotoğrafımı bu kadar büyük ve ebatta, branda üzerinde gösteriyorum” demiştin. Bugün sergiyi gezerken aklıma gelen de bu ilk sohbetimiz oldu. Burada da fotoğraflar hem farklı materyalin üzerinde bizi selamlıyor hem de farklı perspektifler sunuyor. Neden trapez sac üzerinde görüyoruz fotoğrafları senden dinlemek isterim?
Selamlar, teşekkürler! İyiyim diyebilirim. İnsan olmanın verdiği hislerin tüm karmaşasını yaşadığımı söylemeliyim. Evet, Kasa Galeri’de gördüğümüz iş yaklaşık üç metrelik bir branda üzerine basılıydı. Orada da dışarı malzemesine dair bir karşılaşma görülmesini arzuluyordum. Fotoğrafın bulunduğu mekâna yeni anlamlar önerme potansiyellerinin uzantısı olarak boyutlarla ilgili olduğumu söyleyebilirim. Kişisel sergimdeyse yine dışarı malzemesi olarak okuduğum bir tür kent mobilyasına da dönüşen şehir içindeki görülmezliğinden kuvvetini alan trapezleri kullanıyorum. Malzemenin kendisi şehir içerisinde daima karşılaştığımız bir form olarak kendisini gösteriyor ama bir yandan bu görünürlüğüne karşılık neredeyse hiç görünür bir halde. Devamlı olarak bir aracı olmakla yükümlü, güçlü duran, korumayı öneren bir yanı var. Ben malzemenin korunaklı halini korunan bir şey olarak tam tersinden kullanarak fotoğrafın kendi nesnesine alan açmak suretiyle yaklaşıyorum. Yüzeyinde onu işgal eden imajın kendisine dönüşmekle çelişkiler yarattığı ve nesneye baktığınız noktadan ona anlam öneren ya da anlamını oyan bir yeri oluşundan heyecanlanıyorum.
Basın bülteninden: Berk, “şşş” sesiyle içeriye çağırdığı izleyiciyi; kentten kopardığı engelleyen/örten/kapatan trapez sac malzeme ile, fotoğrafları eşliğinde, karşılaştırıyor. Yerde, ayakta, duvara dayanmış, birbirine yaslanmış olan bu yeni kent mobilyaları sanatçının “Başımın Üstünde Yerin Var” fotoğraf giyiniyor. Sergi, fotoğrafın cismaniliğiyle temellenen ontolojik bir tartışma alanını gündemine alıyor. Sanatçının ürettiği nesne, ses ve imajlar Lacan'ın "extimacy" kavramı etrafında bir araya geliyor. Serginin küratörlüğünü ise Nazlı Pektaş üstleniyor.
Ses benim bu sergi için beklediğim bir unsur değildi açıkçası ve sesin fotoğraflara görmeye dair bir eşlikçi olması değil daha çok düşünmeye ve “bakma” anına odaklayan bir yanı var, en azından benim deneyimim öyleydi. Sesin sergideki konumundan ne hayal ederek yola çıktığından biraz bahseder misin?
Evet sesler var. Bu sesler, baktığınız imajın eşzamanlı olarak frekanslarını duymayı öneren sesler olarak konumlanıyor. Sesi bir nesne olarak görüyorum. Nesne yönelimli ontoloji içerisinden fotoğrafın kendi nesnesine dönüşme haline yaklaşıyorum. Dolaylı olarak fotoğrafın kendisini temsil eden tüm değerlerin ısı, parlaklık, kum taneleri vb. özelliklerin karşılık geldiği frekansları ortaya çıkararak nesne içerisinden doğan bir diğer nesneyi fotoğraf-nesne bağlamında ele alabilme bağlamında odağımdaydı.
Peki ses üretimi nasıl bir deneyimdi senin için? Baktığımızda sonuçta uzun süredir üretim yaptığın bir alan değil. Bu sergi özelinde senin keşif alanın orasıydı diyebiliriz bence, katılır mısın bana?
Evet. Fotoğrafın bir sosyal strüktürü olduğunu hep düşünürüm. Fotoğrafla beraber düşünmeye başlandığınızda çeşitli açmazlara ve ilişki ağlarına sürüklenebiliyorsunuz. Bu düşünceler arasında geldiğim noktalardan biri oldu ses. Sesle beraber sesli olarak düşünüyor olmanın da beni götüreceği yerler olduğunu hissediyorum.
Yine sesten devam edecek olursak sergi, aslında caddeden geçenler için “oyunlu” bir davetle başlıyor, kimden ve nereden geldiği belli olmayan bir “şşş” sesi bizi kendine çekiyor. Önce ben de çok şaşırdım, etrafa bakındım uzun süre mesela. 😊 Bu yerleştirmenin senin üretimlerinle ilişkisinden biraz bahseder misin?
Cephede konumlandırdığım “şşş” sesi, kendi şehir deneyimlerimin çıktısı olarak konumlandırdığım bir yerleştirme oldu. Şehirdeki karşılaşmaların doğurduğu bir bütüne yine şehir içerisindeki öznel bir deneyimle başlamak fikriyle gelişti. Atılmak üzere olan bir lafın girizgahı diyebilirim. İnsanlar dış cepheden geçerken sesi duyduğunda refleks olarak vitrine, sergi mekânı camına bakıyor. Görülen ilk şey, şehir içinde karşınıza çıkan belki de ismini bilmediğiniz ama aşina olduğunuz malzemenin korunaklı bir alanda sergilenen çeşitli formları... Bu ilk karşılaşmanın kurucusu olarak “şşş” sesini öneriyorum.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Sen sergi süresi boyunca aslında bir nevi topluluk buluşmaları da gerçekleştirdin, insanları senin eşliğinde sergi deneyimlemeleri için açık çağrıda bulundun. Nasıl karşılaşmalar oldu? Biraz anlatır mısın?
Üretim motivasyonumun karşılaşma alanları yaratabilme kuvvetini kullanıyor olmak istedim. Çeşitli günlerde Instagram üzerinden yayınladığım hikâyeler aracılığıyla sergiyle ilgilenen izleyiciyle buluşma şansım oldu. Bu sergi turlarında kendi yaklaşımımı paylaşmam üzerine gelenlerin kendi fikir/izlenimlerini paylaştığı bir tartışma alanı oluştu. Tam olarak fotoğrafın bedensel varlığına dair açmak istediğim diyalogun içinde bulduk kendimizi. İlk aklıma gelen deneyimlerden biri beni sekiz yıldır takip ettiğini söyleyen endüstriyel tasarım işleri yapan bir izleyicim oldu. Sekiz yıl öncesine gittim kendi içimde ve sekiz yıl öncesinden bugüne bakmaya çalıştım. Bu, ön görümün oldukça dışında ama epey mutluluk verici bir andı.
Daha önce 20’liğin Alıp Başına Gidenleri'ne konuk olan Berk, bu fotoğraf serisine dair şunları söylemişti.
Bu seri aslında arkadaşları ile Eminönü’nde yürürken karşısına çıkan bir çaydanlıkla başlıyor.
“İstanbul’da çok yürüdüğüm için etrafta gördüğüm nesneleri topluyorum. Çaydanlık fotoğrafı ile başlayarak yine o gün içinde çekilen pasajın içinde bulduğumuz eşyalarla şekillendi,” dedi bu seri hakkında.
Burası üretmenin hafızasına bir yolculuk… Bir nevî defter kaydı. Üretim Kaydı’nı takip etmeyi, sevdiklerinizle linki paylaşarak abone olmalarını hatırlatmayı unutmayın.
Haftaya görüşmek üzere. 💌