Ev bildiğimiz "sahneler": Eksi On Altı Kolektif'den Olcay Yusufoğlu ve Alp Ünsal
Üretim Kaydı podcast'in 4.bölümünde konuklarım Eksi On Altı Kolektif'in kurucuları Olcay Yusufoğlu ve Alp Ünsal
Merhaba üretim süreci meraklıları,
Nasılsınız? Şehirde fırtına sahne almaya başlamışken bizlerde yine evlere çekiliyor, battaniyelerin altına giriyoruz. Ama şehirde “oyun” devam ediyor. Sahneler yine hikâyelere alan açıyor, koltuklar seyircileri bekliyor. Oyun öncesi yavaş yavaş dolan fuaye oyun bitimi aynı yavaşlıkla boşalıyor. Sezon başladığından beri evin yolunu unutunca geçen gün “sahneye ben çıkmıyor ama benim evim gibi oldu” demiştim. Bu sayıya ilham veren başlık da o oldu. Hem bu bölümde konuştuğumuz oyun “Sen Diye Biri Vardı” nın etkisi hem de oyun çıkışları eve olan yolculuklarımıza bir atıf.
Bu bölümde Eksi On Altı Kolektif’in kurucuları Olcay Yusufoğlu ve Alp Ünsal konuklarım.
Oyunculuğa başlama ve Eksi On Altı Kolektif’in kuruluş hikâyelerini, oyunculuklukta ekolleri, şehirler arası yolculukları, seslendirme sanatçısı olmayı ve Eksi On Altı Kolektif oyunlarının üretim süreci üzerine konuştuk.
Burası üretmenin hafızasına hep birlikte çıktığımız bir yolculuk. Podcast iki haftada bir yayınlanırken burada da podcast’ten bana kalanları okuyabileceksiniz.
👀 Kayıt demeden önce, başlığının altında konuğumuzu biraz tanıyor ve benim onu neden konuk almak istediğimi okuyorsunuz.
🎙️ Kayıtlara geçenler, başlığının altında ise podcast’te neler konuşmuşuz kayıtlara neler geçmiş göz atma şansınız oluyor. Sonra sizi podcast’i dinlemeye uğurluyoruz.
🗓️ Üretim Kaydı öneriyor, bölümünde her hafta üretim üzerine ilhamlar ve şehirden etkinlik önerileri bulacaksınız.
Aşağıda buluşalım,
Tanıyalım: Eksi On Altı Kolektif, farklı disiplinlerden bir araya gelmiş sanatçı ve tasarımcılardan oluşan, 2 Temmuz 2021’de kurulmuş bir sanat topluluğudur. Tüm ekiple tanışmak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
Eksi On Altı Kolektif’in kurucularından Olcay Yusufoğlu, 1988 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. Lise yıllarında, Nurhan Karadağ’ın kurucusu olduğu Ankara Deneme Sahnesi’nde eğitim aldı. Liseden mezun olduktan sonra, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda kursiyer olarak kabul edildi. 2006 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oyunculuk bölümünü kazandı. Tiyatro çalışmalarına 2014 yılında Metin Balay’ın kurduğu Versus Tiyatro ile başladı. Yusufoğlu, Eksi On Altı Kolektif'in ilk üretimi olan Suzie Miller’ın yazdığı "Prima Facie / İlk Bakışta" oyununda “Tessa” karakterini canlandırmaktadır.
Eksi On Altı Kolektif’in diğer kurucu üyesi Alp Ünsal, 1994 yılında İstanbul’da doğdu. Çocukluktan itibaren profesyonel oyunculuk yapan Ünsal, lisans eğitimini Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro bölümünde tamamladı. Daha sonra Amsterdam Mullholland Academy’de “Strasberg metot oyunculuğu ve eğitmenliği” programını başarıyla tamamlayan Ünsal, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda da çalışmalarına devam etmektedir.
Olcay'ın da Alp'in de sesi dinlerken size tanıdık gelecektir çünkü ikisi de seslendirme sanatçısı. Olcay’ı televizyon dizilerinden tanıyordum ama asıl merakım “Hayat Bugün” ile başladı, duru ve akan oyunculuk dediğim o oyunculuk onda vardı. Sonrasında Prima Facie ve Sen Diye Biri Vardı’da izledim. Alp’i ise bu oyundan önce izleme şansım olmamıştı.
Prima Facie / İlk Bakışta oyununda Olcay sahnede tek başına Tessa karakterine hayat veriyor, sahnede tek diyorum ama aslında tek değil dekor ve ışık ona bir oyuncu gibi eşlik ediyor.
Can ve Damla, acı bir kaybın ardından yıllar sonra bir araya gelirler. Bir tesadüf eseri baş başa kalırlar ve bu onlara, yaşanan kaybın gölgesinde, geçmişleriyle, ilişkileriyle, kendileriyle ve dünyayla yüzleşme fırsatı verir. Bir serin sonbahar akşamında, karmaşık duygular ve birkaç kadeh eşliğinde konuşurlar.
Alp Ünsal’ın sahnelenen ilk oyunu olan “Sen Diye Biri Vardı”, seyirciye yalnızca bir ilişkiyi anlatmıyor. Aslında bir ilişkinin penceresinden, bir kuşağın özelliklerini, dertlerini ve zihnini sorguluyor. Önceki kuşaklarla farklılaşan duygularını, düşüncelerini ve görüşlerini somutlaştırıyor. Bütün bunların derinleştiği ama didaktikleşmediği bir güzel sohbet akşamına seyirciyi davet ediyor.
Sen Diye Biri Vardı, yakın zamanda prömiyerini yaptı, ben de o gün Ses Tiyatrosu’nda izledim. Önce yukarıda gördüğünüz ev maketiyle başlamak istiyorum çocukluğum böyle bir makete bakarak geçtiğinden oyun boyunca onun yanan ışıklarına hayranca baktım. Aranızda eski sevgileriyle zihninde kavga etmeye devam edenler varsa bilecektir, bazen kendi evinizde koltukta yanınıza oturtup içinizi döker nefretinizi kusar rahatlarsınız ya da rahatlamazsınız size kalmış.👀 Oyun bu ihtimalinin gerçekleşmiş hâlini izlemek isteyenlere özellikle iyi gelecek benden demesi. Bana içinde olduğum kuşağın bir anlatısını sahnede görmek çok iyi geldi. Oyun bitimi de zihnimde beliren ilk soru “Alp bunu ne kadar süredir yazıyor acaba👀” oldu. Yanıtını prömiyer günü aldım. Sahnede seyirci selamından sonra Alp’in bir “OHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHH” demesi vardı ki! Sanki yıllardır üretemeyen ve nihayet başarmış her insan için Alp sahnede bu OH’u dillendirdi, gözlerim nemlenmişti o ânda yalan yok. Bu sefer de acaba provalarda neler tartışıldı, ışığa nasıl karar verdiler… Sorular ardı ardına eklenince podcast için Postane İstanbul’un stüdyosunda buluşuyoruz.
Bakalım neler kayda geçmiş!
Önce ikisinin çocukluk anılarına giderek oyun ile ilişkilerini anlamaya çalışmakla başlıyorum. Şaşırmıyorum, ikisi de oyun kurucu, Alp ile ilgili özellikle merak ettiğim ise babasının oyuncu olmasından ötürü bir baskı hissedip hissetmediğiydi.
Alp: “Ben oyunun kendisini kurmakla hep çok ilgilendim aslında çocukluğumdan beri. Benim babam oyuncu ve doğrudan insanlarda bir usta çırak ilişkisi, marangozlukta, aşçılıkta olduğu gibi böyle bir ilişki canlanıyor gözlerinde. Nur içinde yatsın hakikaten oyunculukla ilgili çok sorun ve sorunumu çözmüştür kendisi ama aslında benim oyunculuk yolculuğum ondan oldukça bağımsız gelişti. Ben de aslında kıymetli bir ilkokul öğretmeninin yönlendirmesiyle, o da Erdinç Hocam çok kıymetlidir benim için yeri. Kendisi işte ben bir yıl sonunda Oliver Twist oynuyorduk, ben işte yetimhane müdürü Bob rolüyle 10 yaşında liselilerin oyununda oynamıştım, böyle çok havalıydı yani. Tabii o zamanki Bayan Annette bir İngiliz hocamız vardı, kendisinin vizyonu sayesinde komik de bir reji fikri aslında işte 10 yaşında bir çocuğu 17 yaşında çocukların oynadığı bir oyunda müdür rolünde oynatmak ve orada Erdinç Hoca ‘Bir şey söyleyeceğim ama çok sinirleneceksiniz ama galiba Alp oyuncu olacak, benim böyle bir hissiyatım var. Kendinin sunduğu, bir şeyler tasarladığı veya performans gösterdiği bir iş yapmasını tavsiye ederim’ demişti. Annem de sağ olsun bu tarz şeyleri benimle sansürsüz konuşurdu ve çok etkilenmiştim bundan.”
Olcay: “Ben oyun kuranlardandım. Hep oyun kurdum. Yani ilkokul yıllarımdan beri hep hatırladığım en net okul anılarım bir etkinliği organize etmek, etkinlikte olacak oyun arkadaşlarını organize etmekti. İlkokul dönemime Spice Girls çok denk gelir. Dans grubu kurmak, işte tiyatro etkinlikleri yapmak. Aynı zamanda apartmanımızın böyle alt katında bir sığınak vardı ve boş bir alandı orası. Orası aslında benim bir tiyatro sahnemdi ve apartmandaki arkadaşlarımla orada oyunlar organize eder, en sonunda o oyunu hazırlayıp çıkarır ailelerimizi bir seyirci gibi davet edip sergilerdik. Hatta son olarak şunu söyleyeyim ilkokul öğretmenim, Lütfiye Hocam çok yeri bende ayrıdır, sosyal faaliyetlerimden ötürü bana takdir belgesi ve teşekkür belgesi vermişti.”
Bu ikilinin hem farklı üniversitelerde hem de farklı şehirlerde tiyatroyu deneyimlediğini görünce, kendi aralarında mutlaka bir kıyas sohbetleri yaptıklarını düşündüm ve o sohbetlere biraz sızmaya çalıştım.👀
Alp: “İstanbul kendi başına bir ülke. Aslında kendi başına bir Türkiye, küçük bir Türkiye burası. Yani 81 ilden insanın olduğu hatta belki otuz, otuz beş, kırk milletten insanın yaşadığı, hani o klişe taraflarına girmiyorum harmoni içinde falan değil gayet de bence bulanık ve kaotik biçimde yaşıyor bu insanlar, hele günümüzde. Bunun da sirayet ettiği bir tiyatro var. Bu gerçekten 40 kişilik apartman sahnelerinde de sekiz yüz kişilik devlet tiyatrosu sahnesinde de bu yapı zaten sirayet ediyor. Acele var burada, seyircide de oyuncuda da tiyatro biçiminde de.”
Olcay: “Ankara Devlet Tiyatrosu bir kere gerçekten başlı başına bir ‘şey’. Bunun ben hâlâ böyle olduğunu düşünüyorum. Bu devletin tiyatrosu olma titrini çok yerine getirdiğini düşünüyorum. Ankara seyircisinin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum, çok kalifiye bir seyircisi olduğunu düşünüyorum. Çok kıymetli bir seyirci bence, çok donanımlı. Mesela şöyle söyleyeyim ben 17 yaşında işte ilk sınava girdim kazanamadım, o yıl Ankara Sanat Tiyatrosu kursiyer alımı yapıyordu, sınava girdim, kazandım ve o bir yıl Ankara Sanat Tiyatrosu’nda kursiyerdim. Orada işte Rutkay Aziz’lerin, Erol Demiröz’lerin oyunlarını izleyerek bir yıl geçirdik ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kemik bir izleyicisi kitlesi vardır. Gelirler, giyimlerinden oturmalarına, kalkmalarına; prömiyer günlerinde o fuayede yapılan kokteyle kadar siz orada bir tiyatro salonunda olduğunuzu, çok kıymetli bir an içinde bu insanlarla bu anı paylaştığınızı ben 17 yaşımda hissederdim.”
🗓️ Prima Facie: 29 Kasım Çarşamba günü 20:30’da Kadıköy Boa Sahne’de.
Eksi On Altı Kolektif’in kuruluş ve isim hikâyesini merak ediyor ve soruyorum.
Olcay: “Bağlı olduğum bir toplulukla tiyatro yapıyordum ve sonra yollarımız ayrıldı. Üzerine o dönemde televizyonda iş yaptığım ve pek tiyatroya vakit ayıramadığım bir dönem oldu. Sonra zaten pandemi patlak verdi, hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık. Herkes elindekinin kıymetini fazlasıyla anladı, dijital tiyatrolar yapıldı sanki daha önce herkesi evlerine bağlamışız gibi. Herkesin bir şekilde üretim diye çıldırdığı o dönemde ben de çıldırdım. Hepimiz çünkü gerçekten elimizden her şeyin kaydığını düşündük, bir telaşa kapıldık her konuda. Birazcık böyle gerçeklerle yüzleştik ve ben de mesleki bir kaygı anında bu durumdan nasıl çıkarım? İşte bir şeyler yapabilirim, oyun okuyayım derken bir metin keşfettim ve çok etkilendim. Prima Facie, İlk Bakışta, oyunu çok sevdim. Alp’e ve fikrini merak ettiğim bir iki arkadaşıma da okuttum, aldığım geri dönüşleroyun metninin çok çarpıcı ve güzel olduğu ile ilgiliydi. Onlar da çok beğenmişlerdi hâliyle çok motive oldum. Ya acaba yapabilir miyiz böyle bir şey? Nasıl olur? Diye konuşurken bir arkadaşımın ve Alp’in yüreklendirmesiyle böyle bir yola çıktık. Sonra o beni yüreklendiren diğer arkadaşım bu yolculukta ayrıldı, iyi ki de ayrıldı çünkü bizim Alp’le kendi yolumuzu bulmamız daha doğru oldu. Benim bir tiyatro kurma niyetim asla yoktu, bizim Alp’le hiç böyle bir planımız yoktu. Sadece oyun çıkarmaktı, bu oyunu oynamaktı ilk hedefimiz ama sonra o yolculuktan ayrılan arkadaşımın oluşturduğu boşluk Eksi On Altı’yla doldu. Beraberinde ekibin diğer üyeleri de dahil oldukça aslında o boşluk fazlasıyla doldu ve böylece Eksi On Altı Kolektif kurulmuş oldu.”
Alp: “Eksi On Altı isminin hikâyesi şöyle, Olcay’la biz ismi düşünürken ben Olcay’a iki şart, daha doğrusu o bir şart ben bir şart sunmuştum. O, tiyatroyu çağrıştırmasın demişti. Benim de şartım “isminde sayı geçmesin”di. Gördüğünüz gibi emir demiri kesti ve benim şartım yenilen şart oldu ama tabii burada sayıdan ziyade aslında Olcay’ın daha keyifle anlatabileceği bir şey ama işte Olcay’ın Sirius yıldızıyla kurduğu bir mistik bağ mı diyeyim artık böyle bir sofistike bir bağ var. Çok önemser kendisi hatta ensesinde de Mısır hiyerogliflerindeki Sirius yıldızını temsil eden sembol var. Başlangıcı -16 şeklinde olduğu için Olcay söyledi, Eksi On Altı olsun diye ama sonra Eksi On Altı bizim o kadar yabancılaştığımız bir kavrama dönüştü ki. Bir isimden ziyade Eksi On Altı bebek gibi yaşıyor etrafımızda. Bizim bu kolektifleşme sürecimizde de biz hakikaten yani tiyatroyla farklı kanallardan ve yaşımıza göre oldukça tecrübeli olmakla beraber tiyatro kurmakla ilgili ise oldukça tecrübesizdik. Bu sanat kolektifine dönüşürken de biz arkadaşlarımızdan yardım istedik aslında sadece ve herkes öylesine profesyonel ve öylesine candan bir karşılık verdi ki buna biz şunu fark ettik; ne güzel bir çevremiz varmış! Ne kadar çok müzisyen ne kadar çok fotoğrafçı ne kadar çok sinemacı ne kadar çok tiyatro insanı tanıyormuşuz ve bu insanlar bizim aklımıza fikrimize ne kadar güveniyormuş, hakikaten o boşluk doldu taştı.”
Olcay:
“Bir de parantez açacağım, bu Sirius yıldızı aslında en parlak tek bir yıldız ama aslında gök bilimcileri bu bir aslında takım yıldızı, yani tek parlak bir yıldız ama aslında yörüngesinde Sirius A-B olmak üzere diğer yıldızlarla bir takım yıldızı oluşturduğunu keşfediyorlar ve aslında bu bizim DNA’mıza da çok uyan bir şey. Yani işte tek bir iş yapılırken aslında perde arkasında birçok kişinin öndeki o parlayan şey için hizmet ettiği, hizmet etmek kelimesi aslında kulağa çok hoş duyulmadı ama birlik olduğu, yüreğini ortaya koyduğu bir işe dönüşmüş olması aslında Sirius, Eksi On Altı denkleminde böyle iyi bir yere oturuyor.”
Sen Diye Biri Vardı, Alp’in yazdığı ilk oyun. Oyunun yazım sürecine dair Alp’in söylediklerini kayıtlara geçiriyorum.👇🏻
Alp: “Çok uzun zamandır üzerine düşündüğüm bir fikirler balonundan süzüldü Sen Diye Biri Vardı. Ben böyle iki insanın diyaloğu ekseninde işte dünyaya perspektif geliştirebilen filmleri, oyunları, romanları falan çok severim. Sen Diye Biri Vardı da biraz aslında tam da böyle bir arayışın ürünüydü. Kendime şunu sormuştum, böyle iki eski sevgili işte bir gerekçeyle bir gün karşılaşsalar ne konuşurlar? Hani nasıl başlar o? Ve nasıl bir gerekçe makul kılınabilir? Çünkü zordur hani eski sevgili, denk gelinmemeye çalışılır zaten. Yani insan çok iyi de ayrılsa, kötü de ayrılsa en azından bir süre, en azından biraz olgunlaşana kadar pek tasvip etmez, pek istemez bu durumu. Tam da bu noktada en makul çözüm bana cenaze geldi yani çünkü bir yas durumunda birbirimizi affederiz. Bizim kültürümüzde birazcık o var. Bu oyunun bir kısmını yazıp tekrar rafa kaldırmıştım. Sonra sağ olsun Olcay’la bir gün hiç unutmuyorum Kadıköy’de bir yerde böyle çay içiyorduk, biraz böyle yeni bir şey yapma isteğimiz de kabarmıştı, beraber bir şey yapmak istiyorduk çünkü kreatif görevlerim benim biraz kısıtlıydı Prima Facie’de. Aynı anda devlet tiyatrosunda bir oyunum vardı ve daha ben koordinasyon, idare kısmını almıştım. Sonra böyle oyunlar falan okuyorduk, tarıyorduk falan. “Ya sen bir şey yazmıştın böyle çok da güzel gidiyordu o, dili falan da iyiydi. Bir ona dönsene.” dedi Olcay. Aa evet falan nasıl güzel hatırladın ya diyerek hakikaten böyle bir bilgisayarımdan klasörden çıkarıp tekrar başına oturdum ve çok hızlı yazdım ikinci kısmını da. Yani bekliyormuş hakikaten yazmamı. Birinci kısmı yazdığım sürenin böyle çeyreğinde ikinci kısmı yazdım gibi oldu ve ortaya Sen Diye Biri Vardı çıktı.”
Alp: “Oyunun ‘devising’ tekniği denen yani provalayarak yazmak ya da dönüştürmek diyelim böyle de bir süreci de var. Çok şanslıyım ki ilişki üzerine bir oyun yazarken kadın ağırlıklı ve queer ağırlıklı bir ekibimiz olduğu için onlar da benim yazdığım kimi cümleleri “ya burada böyle demiş de oluyor mu hiç Alp’ciğim?” falan gibi güzel törpüleriyle oyun son halinine ulaşmış oldu. Tabii ki biraz güncellendi oyun. Mesela ekonomik referanslar var oyunda, hani biz provaya başladığımızda bize gerçekçi gelen, örneğin işte bir kira anekdotu var hatırlarsın, prova başlarken evet yani bu yüksek bir kira gibi duyuluyor değil mi? dediğimizde hani provamız 1.5-2 ay sürdüğünde ya bu şu an çok komik bir kira oldu, yani şu an bu kirayı görse insanlar uçar, atlayarak tutar falan dedik ve öyle bırakma kararı aldık. Yoksa bu ülkede üç haftada bir güncellememiz gerekir.”
😊Hatırlatma: Yukarıda podcast bölümünden öne çıkan birkaç konuyu gördünüz. Bölümün tamamını aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz.👇🏻
🌸 Eksi On Altı’dan bir atölye duyurusu
SIMON SCARDIFIELD BİR ATÖLYE GERÇEKLEŞTİRMEK ÜZERE İLK KEZ İSTANBUL’A GELİYOR!
Shakespeare’s Globe’un eğitim kadrosunda olan, Lamda, RADA, Central School of Speech & Drama ve Drama Studio London’ın eğitmenlerinden Simon Scardifield, Eksi On Altı Kolektif’in organizasyonu ve Werkstatt Akademi’nin ev sahipliğiyle İstanbul’a çok özel bir atölye için geliyor. Seçilmiş Shakespeare oyunları üzerinden sürecek, oyunculuk yaklaşımlarıyla ilgili yeni ve derin ufuklar açacağını düşündüğümüz bu özel
eğitime hepinizi bekliyoruz.
Bu sayının sponsoru: Habitus Kitap
On yılı geçkin bir süredir yayın hayatında olan Habitus Kitap'ın aralık ayının başında matbaadan gelecek kitaplarını ön satış ile edinmek için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
HEDİYE: Habitus Kitap’ı takip eden ve bu maile yanıt veren ilk kişiye bu beş kitaplık seti hediye ediyoruz. Kazanana mail üzerinden dönüş yapacağız. 👀
Bir tekli: Develer’in albüm habercisi olan son teklileri “Blueshift” yayında! Albüm içindeki parçalar arasından hiç sahnelemeden kaydettilen tek parça olma ünvanını taşıyan bu parçayı, ben de yayınlanmasına saatler kala BOVA’da canlı dinlemiş oldum. 💙 “Blueshift” yoğun ritimleri, elektronik unsurları, esrarengiz bir dünyada sunuyor ve Develer’in imzasını taşıyan “o” müzikal yaklaşımı temsil ediyor. Develer, bu parçayı müzikal yolculuklarının hem uzak mesafelerini hem de samimi, kişisel yönlerini bünyesinde barındıran bir eser olarak tanımlıyor. Parçayı bağlantıdan dinleyebilirsiniz.
Konser: Geçtiğimiz sayıda konuk aldığım Mert Pekduraner 29 Kasım Çarşamba akşamı “solo” konseriyle The Circle’da olacak. Biletlere bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Sergi: disyon, yeni seçkisi ile 24 Kasım - 02 Aralık tarihleri arasında Vitruta Space’de! 23 sanatçıdan 40 eserin görülebileceği sergi, farklı sanatsal bakış açılarından yaşayan bir alan yaratmayı amaçlıyor. Bağlantıdan detayları öğrenebilirsiniz.
Film: Belmin Söylemez imzalı “Ayna Ayna” Mubi Türkiye’de yayında! Belmin Söylemez ile kaydettiğimiz podcast yakında burada! O yüzden podcast öncesi film izlensin “spoiler” duymamak için bölümü dinlemek ertelenmesin. Siz sevgili okuculara çaktırmadan ev ödevi verdim diyebiliriz.
💌Bir sonraki sayıda görüşmek üzere.