Hafızanın hakikatlerini yazmak "Divan Cadısı": Özlem Yılmaz
Podcastin yeni bölümünde konuğum yazar ve senarist Özlem Yılmaz, tüm podcast kanallarından dinleyebilirsiniz.
Herkese merhaba,
Öncelikle etrafımdaki hemen hemen herkes hasta o yüzden lütfen maskeleri tekrar takmaya başlayalım. 😷 Bu kamu spotundan sonra günün anlam ve önemine geçebiliriz.
Yeni yılın enerjisi beni henüz karşılamadı aksine çok yorgun ve üretkenlik konusunda kendimi eksilerde hissediyorum. Bunu okuyanlar arasında böyle hisseden varsa yalnız değil buradayız. 💌
👀 Bir süredir bilinçaltımda gezen şeyleri yakalama çabasındaydım ve pek de başarılı değildim, derken tazecik yayın Manav.mag kafamın içindekileri kayıtlara geçirdi. 👇🏻
Gelelim bu bölüme, yazın gelmesine yakın İstanbul’un güzel günlerinden birinde başlayıp ertesi gün bitirdiğim Divan Cadısı öykü kitabının yazarı Özlem Yılmaz bu bölümde konuğum. 🎤 Kendisinin size bir hediyesi var. Sayıyı okuyanlar bu hediye ile karşılaşacaklar.🎁
Aşağıda görüşelim,
Özlem ile tanışmam ilk öykü kitabı Divan Cadısı ile oldu daha kitaba başlamadan onun senarist geçmişi olduğunu öğrendim ve kitabı bu bilgi vakıf olarak okumaya başladım. Kitabın ilk öyküsü olan Ömer’in Gözleri’ni okuduğumda ise öykünün finaliyle “bunu bir senaristin yazdığı gerçekten belli” dedim. 👀 İçinde yedi öykü barındıran kitapta G Noktası, Ruhumun adlı öyküyü okurken bir süre ben bu kadar farklı bir öyküyü nasıl okuyor olabilirim ya hu şaşkınlığını yaşıyorsunuz sonra Cavidan’ın Atlas Yorganları’nı okuyor bir süre yorgan altına girip çıkmak istemiyorsunuz… Ama sonrasında çıkıyorsunuz ve yola devam ediyorsunuz, merak etmeyin. Finalde de kitaba adını veren Divan Cadısı ile tanışmanın verdiği mutlulukla Özlem’in kalemine “bir sonraki kitap acaba ne zaman gelir” diyerek 👀 veda ediyorsunuz.
Özlem’le kayda geçmeden sorduğum sorular oluyor elbette, onlardan biri de yazarken müzikle arasının nasıl olduğuna dairdi. Yanıtını kayıtlara geçirelim.
“Yazarken müzik dinlemiyorum. Yazmak, bir ritm meselesi bir yandan da. Vuruşları, alçalıp yükselmeleri, ses dönüşleri içerir. Yazdığınız şeyin de müziği vardır. Yarattığınız dünyanın ya da karakterlerin seslerini temiz duymaktan başka hem de onunla alakalı bir şeydir bu. Bende o özgün akışın ritmini etkiliyor müzik. Hikâyenin ritmine göre değil dinlediğim müziğin ritmine göre akarken yakalıyorum kendimi. O yüzden yazarken dinlemiyorum. Eğer kulağımda hikâyenin doğasına uygun ya da ona ilham olabilecek bir müzik çalıyorsa, onu yazmadan önce dinlerim. Sonra kendimi sessizlikle ondan da ayrıştırır ve yazmaya öyle başlarım.”
🌞 Özlem’le güneşli bir günde Postane stüdyosunda buluşuyoruz.
Özlem’e ilk sorum, yazmaya neden senaryo ile başladığına dair bir merakla ve sonrasında yolunun nasıl edebiyata doğru evrildiğini anlamaya yönelik oluyor.
“Sadece senaryo yazıyordum ama hep bir ukde gibi içimde edebiyatla ilgili de hayaller vardı. Onun için de kendimi biriktiriyor gibi hissettim. Ve yapıp yapamayacağımı hiçbir zaman bilmiyordum. O yüzden daha önce yazdıklarım sadece senaryolardı ama şunu söyleyebilirim; ‘senaryo hikâye’ dosyalarım çoğu yapımcı ve okuyanlar tarafından ‘ya bu basılsa bir kitap olacak kalibrede’ denirdi.”
Bir diziyi kurarken, karakterlerini yapılandırırken arkasına kurduğun hikâyeler; işte bir karakterin yolculuğu, zaafları, kendisini bulması ile ilgili karşılaşacağı zorluklar gibi şeyler esasında o hikâyelendirme biçiminle çok ilgili. O yüzden çok bağlantılı buluyorum hepsini.
Ben kitabı okurken özellikle ilk öyküde “heh bir senaristin yazdığı gerçekten belli” dedim, bu cümlem seni rahatsız eder mi? Net çizgilerle ikisini ayırıyor musun?
“Ben yazarken başka türlü yazamadığım için, böyle yazabilen biriyim. Şimdi bunu saklasam, beni ben yapan, o kalemi benim kalemim yapan ögelerden bir tanesini dışarda bırakmak gibi bir şey olur o. O yüzden hiç rahatsız olmuyorum fakat ters köşeler, öykülerdeki şaşırtmacılık ‘Yazarın okuyucuya çelme atması’ gibi okunabilecek unsurlar bir taraftan. Esasında şu yüzden öyle kurdum onları: öyküleri yazarken, özellikle biçimsel olarak, görme biçimlerimizin kusurlu taraflarına odaklandım. Kendimce bir envanterini çıkarttım onların. Sana göre onlar başka olabilirler, bana göre başka olabilirler, o yüzden diyorum ‘kendimce’ bir envanterini çıkarttım diye. Bu envanterde en öne çıkan şey ise şuydu; çok yalan söylüyoruz. Birbirimize, kendimize, olduğumuz şeyle, olmamız gereken şeyi karıştırıyoruz. Şimdi olmamız gereken şey, bizim haricimizdeki bir sürü görme biçimi tarafından inşa ediliyor aslında.”
Ömer’in Gözleri beni çok etkiledi, nasıl desem girişi ayrı beklenmedik finali ayrı! Bambaşka bir soru sordurtuyor okuyucuya sanki ve “hemen karar verme” diyor.
“Biz, başka görme biçimlerinin, başka tahayyüllerin bir nevi inşa ettiği bir gerçeklik içerisinde yaşıyoruz. O yüzden de Ömer’in Gözleri ile de işte çok net hissedilen o şey şundan dolayı oluyor; ‘Bak görme biçimin değiştiğinde okuduğun şeyin hakikati nasıl değişti’. Çünkü o gerçeklik verilen gerçeklik. Ya da senin hakikat gibi yaşadığını sandığın gerçeklik. Bunların her biri oluşturulmuş, inşa edilmiş, bina edilmiş mefhumlar. O yüzden de görme biçimini değiştirdiğin zaman hakikatin doğası da değişiyor diyerek, böyle bir biçimsel kaygıyla kurdum öykülerin tümünü.”
Kitaptaki öykülerin sıralaması aslında içerden birbirine bağlı olması, daha ilk öyküden beynimden vurulmuşa dönmem bana öykü sıralamasının başından beri böyle olup olmadığına dair bir merak uyandırıyor.
“Matbaaya göndermeden önce editörüm Didem’le; Didem çok içerden çalıştı bu arada. Müthiş bir editöryal süreç yaşadık onunla, her yerde de söylerim. Çok da yakın dost olduk. Şöyle oldu, matbaaya gitmeden önce ben dedim ki, ‘Acaba G Noktası, Ruhumun öyküsünü ilk öykü mü yapsam?’ Diye düşündüm. Halbuki bu sıralamaydı gönderdiğim yayınevine ve orada Didem dedi ki, ‘Hayır, böyle kalmalı çünkü Ömer’in Gözleri o senin istediğin o biçimsel dünyaya, o duygu dünyasına da biçimsel olarak da her iki taraftan da en hızlı sokan öykü ve bu sıralamayla kalmalı.’ Diyerek arkasında durdu bu sıralamanın.”
Christopher Vogler, “Yazarın Yolculuğu” kitabında, der ki: “Bedeninize danışın. Gözleriniz doluyorsa, seyircinin de gözleri dolacaktır. Gülüyorsanız, gerçekten gülüyorsanız, seyirci de gülecektir. Tüyleriniz diken diken oluyorsa, seyircinin de olacaktır.” İşte o, samimi ve doğasına dair bir şey yazmanın. Eğer birazcık numara yapıyorsanız, o kendini hemen gösterir, her türlü üretimde. O yüzden de okuyucuyu değil, tamamen o duyduğunuz karakterlerin seslerini, senaryoda da öyküde de romanda da onu aktarabilmek ve orada onu bütün samimiyetiyle yapabilmek hem okuyucuya hem seyirciye en direkt, en doğrudan ulaşmanın yolu bana kalırsa.
Nerede yazarsın daha çok peki, özellikle rahat hissettiğin bir yer var mı?
“Evde yazmayı daha çok seviyorum. Elimin altında olacak her şeyim… Bitkiler sözlüğüm, adlar sözlüğüm, fotoğraf kitaplarım… Dışarıda yazarken dağılıyorum. Başlıyorum izlemeye… Kütüphanelerde yazmayı da çok severim. Ortak bir sessizlik ve çalışma havuzu… Seyahat ederken de bilgisayarım, defterim kalemim hep yanımda olur. Eksikliği felaket bir şeydir onun, vicdan azabı çektirir. Seyahat etmek ilham veriyor ve bazan hemen aktarman gerekir o duygunu, hemen şekle şemale sokman gerekir. Kurgu aşamasında kağıt kalem kullanırım. Şablonlar, şemalar, oklu kombinasyonlar ve helezonlar ve çiçekler çizerim, defterlerime.”
Bilgisayar, “hadi artık iş başındasın” diyor bana. “Netice görelim efendim!” diyor.
Bölümün tamanını Spotify’dan dinleyebilirsiniz.
Özlem’in başucu kitapları
Clarissa Estes - Kurtlarla Koşan Kadınlar
Ursula Le Guin - Yerdeniz Serisi
Virginia Woolf - Dalgalar
Salinger - Franny ve Zoey
Binbir Gece Masalları
Divan Cadısı yakın zamanda ikinci baskısını yaptı, bu güzel habere dair duygularını da kayıtlara geçirelim isterim.
“Çok heyecanlandım, kitabımın bir manada benden bağımsız ve harika bir yolculukta olduğunu ilk defa hissettim sanırım. Bunu ilk basımda hissetmemiştim. Orda başka duygular da vardı. Sürece güvenmeniz lazım yazarken. Divan Cadısı, tamamlanıp matbaaya gittiğinde teknik olarak benden, benim alanımdan çıkmıştı artık. Ama duygusal olarak ayrılamadım yazdığım kitaptan. Bunu iç rahatlığıyla hissettiğim zaman ikinci basım haberini aldığım gün oldu. Şimdi biliyorum; Divan Cadısı kendi yolculuğunda.”
🎁 Bu maili “yanıtla” yaparak yazan ilk üç kişiye Özlem Yılmaz’dan isme özel imzalı Divan Cadısı öykü kitabını hediye edeceğiz. Maili yanıtlamanız yeterli detaylar için ben size tekrar yazacağım.
Altyazı Sinema Seminerleri Bahar 2024 Programı Başladı.
Altyazı Sinema Seminerleri’nin bahar programında film analizi, senaryo yazımı, sinema tarihi ve tür sineması gibi pek çok konuya odaklanan sekiz seminer Mayıs ayına kadar katılımcılarla buluşacak.
Çevrimiçi düzenlenen Altyazı Sinema Seminerleri sekiz programla bahar sezonunu karşılıyor. Aslı Ildır ile filmlerin diline, Engin Ertan ile tür sinemasına, Gülengül Altıntaş ve Ali Ercivan ile senaryonun temellerine, Hakan Bıçakçı ile edebiyatta ve sinemada hikâye kavramına, Kutlukhan Kutlu ile edebiyat ve sinemada dönüşüm öykülerine, Övgü Gökçe ile yakın dönem Türkiye sinemasına ve Altyazı yazarları ile sinema tarihine bakabileceğiniz seminerlerin detayları için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
Geçtiğimiz hafta, özlem dolu ve muhteşem bir konsere şahit olduk “Gevende” kulağımda konserden kalma Esinti ile günlerime devam ediyorum. Selin Altan’ın konsere dair kaleme aldığı GEVENDE : 20. Yıl Konseri "Onu Sardalyeler Düşünsün" yazısına sizi uğurluyorum.
Bu sezonun 3.bölümünde ağırladığım Mert Pekduraner, davullarda Nihal Saruhanlı, baslarda Eren Dilli, yaylı tanburda Muaz Ceyhan ile birlikte 24 Ocak akşamı Bova’da.
Ka & Versus Art Project işbirliğiyle hayata geçen isim ilhamını Metin Altınok’tan alan “Kendinin Avcısı” sergisi 18 Ocak – 24 Şubat 2024 tarihleri arasında ziyarete açık. Oğuz Karakütük küratörlüğünde bir araya gelen sanatçılar; fotoğrafın gerçeklikle kurduğu ilişkiyi, fotoğraf medyumunun kendisi üzerinden tartışmaya kapı aralıyorlar. Türkiye ve Avrupa’dan davet edilen 16 sanatçının işleri, gerçekliğe çok yakın ve çok uzak görüntülerle, yarattıkları muğlaklıklar üzerinden hem fotoğrafın gerçekliğini hem de gerçekliğin kendisini eş zamanlı olarak yeniden düşünmeye çağırıyorlar.
Burası üretmenin hafızasına bir yolculuk… Bir nevî defter kaydı. Üretim Kaydı’nı takip etmeyi, sevdiklerinizle linki paylaşarak abone olmalarını hatırlatmayı unutmayın.