Oyun dürtüsünü merkeze alarak üretmek: Ufuk Barış Mutlu
Üretim Kaydı'nın bu bölümünde konuğum tasarımcı ve medya sanatçısı Ufuk Barış Mutlu.
Merhaba,
Nasılsınız? Sıcaktan bunalıp “penceremin perdesini havalandıran rüzgar, gir içeri usul usul beni bu dertten kurtar” diyorsanız. Yalnız değilsiniz.
Sezon finaline son üç bölüm kaldı. Bu ay her hafta sonu buluşacağız. 🌟 Sezonun 21. bölümünde konuğum tasarımcı ve medya sanatçısı Ufuk Barış Mutlu.
Ece
Barış’ın adını ilk kez nerede duyduğumu çok iyi hatırlıyorum. 2019 borderless, Balta, makas, çekiç ile Barış da oradaydı. Sonrasında sevdiğim ve merakla incelediğim tasarımların ve ürünlerin onun elinden çıktığını gördükçe bir gün üretmek üzerine kesin konuşuruz diyerek, kendisini radarıma almıştım. Birçoğunuz onu Balta, makas, çekiç kitabı ya da PostaKit ile tanıyor olabilir. Sevdiğiniz bir tişört ya da çanta onun elinden çıkmış olabilir mesela. ❤️🔥
Balta, makas, çekiç kitabında ben en etkileyen şeylerden biri giriş yazısında yer alan,“Homo faber: Üreten, imal eden insan. Dolasıyla alet kullanan insan.” tanımı oldu. Bugün sanat, zanaat ya da kültür alanında bir üreten olmak aslında dolaylı yollardan pek çok aleti belki programı kullanmayı gerektiriyor. Kendinize sık sık, “Ben neden üretiyorum? Ben neden bunu yapıyorum? Banka hesabım neden boş? Ya da kendi ürettiklerime nasıl değer biçebilirim ki?” gibi sorular soruyorsunuzdur. Yalnız değilsiniz. Çok temel bir dürtümüz aslında üretmek, bugün de vazgeçmeyi düşünmemize rağmen bırakmıyor ve yola devam ediyorsak yanıtı çok basit: Başka bir şey bilmiyoruz! Zihnimizde üretimi kapama tuşu yok. 🔀 Bu temel dürtümüzün peşinde bir “alet” üretmiyoruz belki ama devam edebilmek için metotlar bulma çabamız bu yüzden. Bu vesile ile bir iç döküş yaşadım farkındayım. Kayıtlara geçsin istedim.🖊️
Barış ile çocukluk ve lise yıllarının bugünkü tasarımlarındaki etkisini. Bitirme projesi olan Balta, makas, çekiç’in ve 2021 yılında bizimle buluşan PostaKit’in üretim süreçlerini konuştuk. Kendi işini kurmak ya da kurmamak ikilemini, sektörün “gençlere” bakışını, okulların neden “kendi yolundan git” demediğini sorguladık. Gelenekler, gelecek, oyun kavramı, renklerin dünyası ve yaratıcı endüstriler ekonomisi derken dolu dolu bir podcast sizi bekliyor.
📌 Yeni gelenler için bir hatırlatmam var. Birazdan Barış ile kaydettiğimiz podcast bölümünden bazı kısımları okuyacaksınız. Bölümün tamamını Spotify’dan ya da tüm podcast mecralarından dinleyebilirsiniz.
Bakalım neler kayda geçmiş.
Bugün işlerinde fark ettiğim ilk şey, oyunla olan bağı oluyor. Çocukken oyunla ve renklerin dünyasıyla aran nasıldı ?
"Ben oyun oynadığımı sanıyordum ama aslında oyun oynadığımı zannederken çok fazla şey öğreniyordum."
“Oyunla bağım her zaman çok kuvvetliydi. Bunda ailemin katkısı gerçekten yadsınamaz oyun oynamaktan keyif alan ve oynayarak büyüyen bir çocukluk geçirdim. İlkokula başlayana kadar bana annemin evde verdiği bir eğitim modeli olduğunun farkındayım. Yıllar sonra fark ettim bunu ama gerçekten annemle babamın bir programı varmış gibi görünüyor şu an baktığımda. Mesela temalarımız olurdu. Birkaç ay boyunca Eski Mısır'a takıldığımızı hatırlıyorum annemle beraber. Bilimkurgu dönemi oldu, böcekler dönemi oldu, kuşlar dönemi oldu, babamla beraber bir mekanik dönemi oldu. Babam arabayı servise her götürdüğünde peşinden pıtır pıtır gittiğimi hatırlıyorum. Bayılıyordum o ortamda bulunmaya. Ve dönüp baktığım zaman her bir dönemin şu an hayatımda nerelere dokunduğunu da hissedebiliyorum. O mekanik dönem bir şekilde kinetik heykellere bağlandı, hâlâ bayılıyorum. PostaKit dedin. Bir şekilde üç boyutlu bir şeyler yapmamı sağladığına inanıyorum onun. Ve geri kalan müze gezilerimiz vs. eğitimimde bir şekilde katkı sağladı. Bir konsept düşünme becerisi kattığını düşünüyorum. O yüzden o dönemler çok çok kıymetliydi ve hepsinin merkezinde oyun vardı aslında. Ben oyun oynadığımı sanıyordum aslında oyun oynadığımı zannederken çok fazla şey öğreniyordum.”
“Renk dahil etmeyi sevmiyordum. Bu, okula başladığım zaman da benim bazen başımı ağrıttı. Çizmeyi seviyordum, desen yapmayı seviyordum ya da çamurla oynamayı, kil şekillendirmeyi, hamurla oynamayı bu tip şeylerle uğraşmayı seviyordum. Ama işin içine renk girmesini hiç sevmezdim. Karıştırmayı sevmezdim, ton yaratmayı sevmezdim. Hatta gerçekten o resim öğretmenlerine çok sinirlendiğim anları hatırlıyorum. Kâğıtta beyaz kalmasın konusu beni strese sokuyordu.”
Liseyi Terakki Vakfı Okulları’nda okudun, sonrasında da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Görsel İletişim Tasarımı bölümünü bitirdin. Lise yılların ve bu bölümü okumaya karar verme sürecin nasıl gelişti?
“Başarı kaygısı olan bir okuldu lisem, o yıllarda bir sözel sınıfı yoktu. Bizim istediğimizle tam 20 yıl sonra Terakki’de bir sözel sınıf açıldı. Sınıfımızda müzik kulübünde yer alan öğrenciler, güzel sanatlara hazırlananlar ve yabancı dil eğitimi almak isteyenler vardı. Çok keyifli bir lise geçirdim. Ben, son iki senemde ağırlıklı olarak güzel sanatlar sınavlarına hazırlanıyordum ve Kadıköy'de bir atölyeye gidiyordum. Mimar Sinan, Marmara gibi devlet okullarını hedefliyordum ama atölye hocam beni çizim tarzıma göre yönlendirerek özel okullara hazırlanmamı da önerdi. ‘Özeller senin için daha keyifli olabilir, biraz daha multimedyaya odaklan, bak sen fotoğraf da seviyorsun, illüstrasyon yapıyorsun, üç boyutlu çalışmayı seviyorsun. Özel okullar bu yüzden daha keyifli olabilir senin için’, demişti.”
“Okul da atölyeye gitmeme izin veriyor, benimle ilgili olmayan derslerde ya da boşluklarda resim atölyesine gidip çalışmama izin veriyordu. Bu konularda çok anlayışlılardı ama bir noktada son sınıftayken, İngilizcem iyi olduğu için yabancı dil sınıfına geçmem önerildi, kabul ettim ve İstanbul Üniversitesi, İtalyan Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım. Ama ben ne yapmıştım? Sadece beş öğrenciye %100 burs veren Bilgi VCD (Görsel İletişim Tasarımı)'ye girmiştim. Ve sadece beş öğrenci burs alabilirken ben onlardan biri olmuştum. O zamanlar bu bölümler portfolyo ve yetenek sınavıyla öğrenci alıyordu ve mükemmel bir sınav sistemi vardı. Bizi bir odaya topladılar, içerisinde birkaç tane araç yüklü bir bilgisayar vardı, oyun temalı afiş yapın, dediler. Ben bir eskiz defteri ve kurşun kalem götürmüştüm sınava, önce eskizleyip ondan sonra Photoshop'ta hazırlamıştım afişi. Daha sonra mülakatta bana, eskiz yapan tek öğrenci sendin ve bu seni çok ön plana çıkardı, dediler. Götürdüğüm portfolyonun büyük kısmında ise lisedeyken yaptığım heykel ve resimler vardı.”
Peki, yetenek sınavıyla girdiğin bu okulda eğitim süreci boyunca seni zorlayan şeyler oldu mu?
📌 Editör/sunucu notu: Burada üniversite hayatı boyunca bize öğretilenin ve örnek olarak sunulan tek şeyin; bir işe girmek olması konusunu masaya uzun uzun yatırdık. Bölümde dinleyebilirsiniz. 🎧
“Bilgi VCD'nin eğitimi güzeldi, en azından benim dönemim için. Hem kadromuz iyiydi, hem okulun imkanları çok iyiydi. Türkiye'nin ekonomisi çok iyiydi. Bizim hepimizin ekipmanı vardı. Hepimiz Canon gövde kullanırdık ki lensleri aramızda değiştirelim. Yeni bir şey çıktığında, GoPro çıkıyordu mesela biri alıyordu ve paylaşıyorduk aramızda bunları. En kötü ihtimalle okulun ekipman envanterini kullanıyorduk. Biraz para harcayabiliyorduk böyle şeylere. Ben bir proje yapacağım ama eski bir tarayıcı alıp onu bozarak yapayım, dediğimiz deneysel işler yapılabiliyordu. Şu an biraz onun durduğunu görüyorum.”
Balta, makas, çekiç ile devam edelim, senin bitirme projen aslında bu kitap. Bu kadar basit bir fikirle başlamaya nasıl karar verebildin? Burada basitten kastım şu, çok eskiye gidip tasarımın temeliyle ilgili bir olgunun peşinden gidiyor bu kitap.
“En önemlisi ben obje seven bir insanım. Hep öyleydi. Kitabı anneannem Muazzez Yılmaz’a ithaf ettim. Anneannemin çok önemli bir katkısı var çünkü. Birincisi eski insanlar toplamayı seviyorlar. Göztepe’de çok tatlı bir evi vardı anneannemin. Dedem gümrükte çalışmış yıllarca. İkisi de devlet memuru. Anneannem de tekelde kimya mühendisiydi. Bu mesleklerin sonucunda ve biraz da toplayıcı, saklamayı seven insanlar oldukları için ev inanılmazdı. Paşabahçe'nin eski cam ürünleri. Anneannemin tekel zamanından hiç açılmamış şişeleri, hâlâ bizde duruyor onlar. Yeni Rakı şişeleri ama eksport şişeleri sadece yurt dışına gönderilenler için yapılmış etiketlerle.”
“Bir çocuk için acayipti. Neye bakman gerektiğini biliyorsan gerçekten çok harika şeyler bulabiliyordun ve ben çocukken eşelemeyi çok severdim ve bana hayal bile edemiyorum neler öğrettiğini. Meraklı olana çok şey öğretebiliyor. Sadece bir antikacı gezerek öğrenebileceğin şeyler bunlar. Ve bu pratik devam etti benim hayatımda.”
“Üniversitedeyken okuldan çıkıp anneannemin evine gitmeyi severdim. Bana yemek yapardı, sohbet ederdik. Ve çok ilginç hikâyeler anlatırdı her seferinde. İlham almam gerektiğinde, bir proje yapmam gerektiğinde soluğu orada alırdım. Okul için ya da herhangi bir şey için anneannemin evine gidip karıştırdığım, eski etiketleri, evrakları, efemeraları topladığım, onları tarayıp ödev ve kolaj yaptığım çok oldu. Ya da bir proje için deri gerekiyor, anneanneme gidiyorum, diyor ki bana eski bir çantam var, ‘al bunu kes istediğini yap’ diyor, deri çıkarıyordum oradan.”
“Bilgi VCD'nin en güzel taraflarından biri 4. sınıfta bir konu seçiyorsun ve bir yıl boyunca onun üzerine çalışıyorsun. Final projen bu oluyor. Gittim anneannemin evine. Konu bulmakta zorlanıyorum. Haftaya jüri var. Yine anneannemin evini eşeliyorum. Sonra dolabın arka tarafında böyle bir aletin ahsap sapı görünüyor, çekip çıkardım, bir tane balta. 🪓 Tabii o zaman bilmiyorum ama aslında o bir nacakmış. Benim çok niş hobilerimden biri küçük restorasyonlar yapmak. Ben onu aldım, eve gittim. Çıkardım sapından, sap zaten artık kullanılacak gibi değil, onu beyaz sirkeye yatırdım, pası sökülsün diye ve bakarken fark ettim, bunun formu biraz ilginç. Anadolu'da kullanılan baltanın daha farklı bir formu var bundan. Dedim ki; bu ilginç bir konu, ben bunu araştırayım. Ama Anadolu el aletleriyle ilgili bir çalışma yok, bir kitap yok. Bir tane makale yazılmamış. Araştırdım ve bir şey de çıkmayınca ben bu konudan etkilendim ve büyük bir heyecanla gittim okulda anlattım. Ürün tasarım projesi gibi olacak ama ben bunun üzerine bir makale yazıp Anadolu baltasının adını tescillemek istiyorum. Bir makale yazdığım zaman en azından bu bir şekilde literatüre girecek. Daha sonra replikasını üretmek istiyorum, Türkiye'de tekrar üretimi başlasın gibi hayallerim var, deyip. Böyle bir yerden girdim. Hâlâ çok heyecanlıyım ben bu konuda. Ama kötü bir reaksiyon aldım. Dediler ki bu bölüme uygun değil, bu ürün tasarımı olur ve çok dar bir konu. Proje danışmanım ‘Bu iş olmayacak. Sen en iyisi kitap yap. Ya da bu işi bir şekilde literatüre girecek hale getir, bir belgesel de olabilir.’ demişti. Neden heyecanlandığını anlatman lazım, diyerek altını çizmişti. Başta istemedim ama daha sonra kabul etmeye başladım. Araştırmak için Bursa'ya gitmeye karar verdim. Bursa Kent Müzesi çok güzel bir detay oldu proje için. Kent Müzesi'nde çok fazla el aleti var. Bursa Kent Müzesi'nin müdürü çok keyifli bir insan, çok heyecanlandı. İlk yaptığı şey şu oldu. ‘Al, dedi. Bu deponun anahtarı, git, envantere gir, ne istiyorsan yap. Orada bizim arkadaşlar sana yardımcı olurlar. Dokunabilirsin, fotoğraflarını çekebilirsin, istediğini yapabilirsin’ dedi. Sonrasınds Bursa Kent Müzesi'yle olan bu diyaloğu güzel bir şekilde dökümante edip dönemin başında tekrar sunduğum da proje bu sefer çok farklı bir reaksiyon aldı. Beyaz kâğıt koyup yanına da bir cetvel koydum. Arkeologların buluntuları fotoğraflaması gibi sundum.”
“Sadece balta olmamasının kararı ise araştırdıkça ve gördükçe fark ettim ki bu coğrafyada çok enteresan araç gereçler var. Üç tane olmasının sebebi de benim üçü sevmem. Ama birden fazla olmasının sebebi aslında bir proof of concept (kavram ispatı) olması. Hayal ettiğim Anadolu el aletleri almanağıydı ama bunu büyük bir bütçeyle, bir ekiple yıllarca Anadolu'yu gezip yapmak lazım. Bu kitap sadece bunun yapılabilirliğini gösteriyordu.”
“Kitap olmasına karar verdikten ve o ilk sancıyı attıktan sonra çok uygun bir format gibi geldi bana. Her bölümün sonunda bir link var. Hâlâ benim Google Drive'ıma bağlı. O linkten tipolojik modellerini indirebiliyorsunuz aletlerin. Çünkü hedefim bir açık kaynak da oluşturmaktı. Bu aslında bir tipoloji çalışması. Ben toplayabildiğim kadar fazla balta örneği ve balta fotoğrafı topladım. Ve bunların ortak özelliklerini belirleyip, ölçülerini alıp, materyallerini belirleyip, onların bir tipolojik formunu oluşturdum. Yani bir bütüne dönüştüler. Ben bütün ülkeyi gezip on yıl boyunca araştırmadım bu konuyu ama bir yerden başlamanın kıymetli olduğunu düşünüyorum, en başa referans olarak tekrar edeyim. Tipoloji zaten bu demek. Kitabın amacı buydu. Bu aletleri tanımlayabilmek, isimlerini verebilmek için yapılması gereken çalışmaydı aslında.”
PostaKit’ten devam edelim o zaman. Daha renkli bir dünya. Yani benim aklıma direkt maket bebekler geldi. Hani gazeteden çıkan, üzerine kıyafet giydirdiğimiz. Bizim kuşağın yine böyle eliyle oynadığı ve kâğıda dokunduğu. O iyi kâğıdın peşinden koştuğu dönemler. Sen de bunun çıkış noktası biraz çocukluk mu? Seni biraz tanıdığım için aslında anlayabiliyorum. Seri de yer alan arabalar bizim tasarım tarihimizde de yeri olan arabalar ama bunun hikâyesini, çıkış noktası senden duyalım, isterim. İkinci olarak bunu bir posta aracı yapmaya ne noktada ve nasıl karar verdin? Bu maketleri tüm dünyada gezecek bir formata sokmak fikrin nasıl gelişti bu süreçte?
“PostaKit karton maketi serisi herkesin aşina olduğu bir şey. Çocukluğumda karton maket yapmayı çok severdim çünkü kolaydı aynı yaşlarda evde A4'e basıp küçük bir maket yapmak yerine ozalitçiye gidip maketi büyütebilmekle tanışınca ise maket işi benim için harika bir deneyime dönüştü. Photoshop 7 ilk kullandığım Photoshop sürümüydü. Kullanma sebebim ise modifiye etme ihtiyacımdı. Babamın arabasının bir maketi yoktu, başka bir arabayı bulup detayları silip yenilikler ekleyerek yaptım. Bu süreç grafik manipülasyon araçlarını kullanmamı sağladı ve grafik tasarıma ilgimi artırdı.”
“Otomobil kültürünü çocukluğumdan beri çok seviyorum. Türkiye'nin bu konuda hüzünlü bir ülke olduğunu düşünüyorum ama müthiş bir otomobil kültürü var. Yeni nesle bunun ulaşmadığını görüyorum. PostaKit'in üç modeli var: TOFAŞ Taksi, Anadol ve Devrim. Bu ürünleri hazırlarken detaylı vektör çizimleri yapmam gerekiyordu. TOFAŞ ve Anadol için iyi referanslar bulabildim ve köşeli araçlar oldukları için çizimleri de karton maketlerini yapmak da kolaydı. Devrim için devrimarabaları.com adlı bir web sitesinde detaylı fotoğraflar buldum, siteyi kuran kişi Devrim Müzesi’ne gidip çok detaylı fotoğraflarını çekmiş, şu an site kapalı. Ancak teknik çizim ve resmi fotoğraflar istersen yok.”
“Eskişehir'de bir Devrim kültürü var. Ama gördüğüm kadarıyla sadece alçı buzdolabı magnetleri yapılmış Devrim’ arabalarının. Popüler kültüre entegrasyonunu göremiyorum ben. Tofaş. Herkes bayılıyor. Yani tişört alabiliyorsun. TOFAŞ ürünleri var ama B kalite oyuncakları var, güzel bir modeli yok. TOFAŞ kitabı da görmedim mesela. O yüzden aslında bu arabaları seçtim. Kız Kulesi ya da Paşabahçe Vapuru falan da olabilirdi. Ama bence bunlar çok kıymetli. Bir, arabaları seviyorum. İki, popüler kültüre çok geçmiyorlar. Ve herkesin ulaşabileceği bir şey olmasını istedim. Bu bir karton maket. Satış fiyatı düşük. Al, oyna ve özellikle çocuklar öğrensin Devrim’i, Anadolu ve TOFAŞ'ın ne olduğunu. Bunu yine Türkiye dışındaki bazı ülkelerde çok iyi yapıyorlar biliyorsun. Bir kültürel miras kabul ediliyor.”
“Berlin'e gittiğin zaman Trabant ile alakalı o kadar çok şey görüyorsun ki. Trabant temalı kafeler var, oyuncakları var, tişörtleri var, kitapları var, maketleri var. Sen Berlin'i ziyaret ettiğinde birazcık meraklıysan Trabant'ı öğrenmeden dönmene imkân yok. Ben bunu yapabilmek istiyorum aslında. Kültürümüze dair bir şeyler yapayım ki istediğim kadar eleştirebiliyim bir yandan da. Bu alanda hiçbir şey yapmayıp ondan sonra sadece bununla alakalı negatif konuşan biri olmayı hiç istemem. Bir şeyleri kültürel mirasa entegre etme ve negatif bile olsa ikonlaştırma eksiğimiz var.”
Burada podcast bölümünden bazı kısımları okudunuz.
Bölümün tamamını Spotify’dan ve Apple Podcast’ten dinleyebilirsiniz.
Üretim Kaydı’nın dükkanı açıldı. 🎉
💌 Haftaya görüşmek üzere.