Sanat Dünyamız’da Perspektiflerin Dönüşümü: Arşivden İlhamla Yenilik
Sanat Dünyamız dergisinin editörü Fisun Yalçınkaya ile derginin dönüşümünü ve "Bir de Buradan Bak” film günlerini konuştuk.
Herkese merhaba,
Yarım asırlık bir geçmişe sahip olan Sanat Dünyamız, 203. sayısıyla birlikte yeni bir döneme adım atıyor. Yenilenen tasarımı, arşivine dayanan güçlü belleği ve sanat yayıncılığına getirdiği eleştirel yaklaşımıyla dergi, hem köklü mirasını hem de çağdaş ihtiyaçları kucaklıyor. Bu değişim, yalnızca görsel bir yenilenme değil, aynı zamanda derginin içerik üretiminde ve sanata bakışında yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor.
Bu söyleşide, Sanat Dünyamız editörü Fisun Yalçınkaya ile derginin dönüşüm sürecini, geçmişin birikiminden ilham alarak nasıl yeni bir perspektif kazandığını ve basılı yayıncılığın bugün sanat dünyasındaki yerini konuştuk. Ayrıca 24-27 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek “Bir de Buradan Bak” film günlerinden de bahsettik. Arşiv malzemesinden üretilen filmler ve güncel sanat videolarına odaklanan bu program, arşivin sanat üretimindeki potansiyelini gözler önüne seriyor.
Ece
50 yılı geride bırakan Sanat Dünyamız’ın, yeni tasarımıyla hazırlanan ilk sayısı da 203. sayı oldu. Böylesi köklü dergilerde değişimi düşünmek ve değişim süreci sancılı olabiliyor. Bir yandan okur da yeniliğe açık diye düşünüyorum. Öncelikle bu değişimin ilk adımlarını senden dinleyelim isterim? Hangi ihtiyaçla bu karar alındı ve sancılı bir süreçti diyebilir misin?
Sanat Dünyamız editörü olmamın ötesinde uzun yıllardır okuru olduğum bir yayın. İzleyici ve sanat yazarı olarak fikirlerimi şekillendiren en önemli kaynaklardan biri. Bu yüzden şunu çok iyi biliyorum ki bu dergi denemeye, sormaya, şaşırtmaya, meraka açık. Hızla değişebilme potansiyeline sahip, hiçbir zaman durgun değil. Dergi yıllar içinde birkaç defa tasarımını değiştirerek okurlarla buluşmuş. Başta geleneksel sanatlara, mimari yapıların tanıtımına ve Türkiye’de bir sanat dünyasının nasıl oluşacağına dair tartışmalara yer vermiş. Halk oyunlarının sahneye çıkmasına dair fikir yazıları, Anadolu el sanatlarının karşılaştırmalı değerlendirmeleri, az bilinen ressamların hayat hikâyeleri derginin ilk yıllarından, sanat tarihi yazımına katkıda bulunan sayısız makale arasında aklıma gelenler... Bu dönem dergi Türkçe ve İngilizce olarak basılmış. Bir parça, yurtdışına 1970’ler Türkiyesi’nin zenginliğini tanıtma isteği de taşıyor. Sonra tasarımda boyutunun biraz küçüldüğünü, konuların zenginleştiğini görüyoruz. Bu kez sosyal bilimlerin parçası olarak görebileceğimiz incelemeler de kültür sanat sahnesinin artık yerleşik bir figürü olan dergide yerini bulmuş. Ardından 1990’lar ve siyah kapaklı tasarım geliyor ki bu sayılarda yeni olan her ne ise, o ‘yeni’ye dair en sivri fikirleri, en güncel tartışmaları dergiye taşımak kaygısı hâkim. 1990’larla birlikte artık kültür sanat sahnesinin önemli bir parçası ve olgun bir dergi oluyor Sanat Dünyamız. Ardından 2000’lerin başında, geçen yıla kadar korunan tasarım geliyor. Dergiyi ben de elbette bu tasarımıyla tanıdım ve sevdim. Bu tasarım güncel sanat sahnesinin zenginleştiği, çok sesli olduğu bir döneme tanıklık ediyor. Editörü sevgili Mine Haydaroğlu’nun uzun yıllar süren emeğinin izi var her sayıda. Bugün Türkiye’de güncel sanat üretimi ve sanatçılar tarafından dünyada nelerin takip edildiğini anlamak isteyenlere çok kapsamlı bir arşiv sunuyor bu sayılar.
2025’le birlikte 50 yılı geride bıraktık, madem öyle yenilendiğimiz, güçlendiğimiz, olgunlaştığımız bir dönem olsun istedik. Bunun için derginin yeni bir tasarımla okurla buluşması önemliydi. Yeni tasarımımız için derginin sahnesi olduğu bağlardan yola çıktık, derginin uzun yıllardır grafik tasarımını üstlenen İlknur Efe hazırladı bu tasarımı. İçerikle kurduğu bağın yanı sıra dergiyi tanıması ve ihtiyaçlarına göre hareket etmesi önemliydi. Yanı sıra yaklaşımındaki özen bizi içeriğe rahatça taşıyan bir tasarıma elverdi. Hem boyutu hem de hareketli alanlarıyla cesur tasarım her ne demekse ona denk geldi diye düşünüyorum.
İçeriğin izinden giderek değişiklik yaptık, bu yüzden sancılı mıydı bilmiyorum ama kafa karıştırıcı ve bizi de karışmaya, dalgalanmaya davet eden bir süreç olduğu kesin. Dergi bir çevre demek. Bazen ortaklaşan bazen ayrılan çok seslerin çıkması, birlikte olmak ve birbirimizi dinlemek demek. Böyle bir yapı ancak taşarak durulur, bir şeylerin karışıp, hareketlenip, bulanıp sonra tatlılaşmasını izler diye düşünüyorum. Özetle bu tasarım 50 yıldır olduğu gibi kültür ve sanata dair üretimleri olabildiğince sesleri çoğaltarak, duyulmayan sesleri de güçlendirerek ağırlayacak.
Basılı süreli yayıncılık dünyasında dergileri bekleyen tehlikeler sence neler? Burada okura ve editörlere nasıl görevler düşüyor sence?
Okuma alışkanlıkları çok hızlı değişti, daha da hızlı değişecek, bu tehlike mi değil mi, bilemem. Ama basılı ve dijital yayınları tarif ederken kullandığımız dil, bu yayınlara dair beklentilerimizi gösteriyor, gündemi takip etme, haberdar olma pratiği ister istemez dijital alandan, sosyal medya üzerinden ilerliyor. Bu durumda basılı bir yayın ne gibi ihtiyaçlara hizmet edebilir, biz de bunu sormaya çalıştık aslında.
Buna doğrudan bir yanıt vermek zor. Ama basılı yayınlar bir araya gelmek için daha uzun zaman ayırdığınız bir buluşmaya denk düşüyor. Yeri doldurulamaz kaynaklara evrilmesini, kalıcılığı önemsiyoruz… Okurun bize ayırdığı zamanı önemsiyoruz, o zamana özen gösteriyoruz. Bu da gündemi belirleyen koşulları yeniden düşünmekle ve o gündeme dair söz söyleyebileceğimize inanmakla mümkün.
Sanırım fark da bu, evet haberdar olmak hızla öğrenmek ve hızla yanıt vermek için imkânlarımız bugün çok geniş ama kendi sözümüzü söylemek ve gündemin içinde özneliğimizi ilan edebilmek için de daha geniş zamanlarda dikkatle okunacak süreli yayınlara çok ihtiyacımız var. Dayatılmış gündemler içinde yol bulmak ve birbirimizi dinlemek için…
Tasarımla ilgili alınan kararlardan biraz bahsedebilir misin? Dergi 3 ayda bir çıkacak artık ve biraz daha kitaba yakın bir formu var. Bu karara sizi götüren ne oldu?
Biraz yukarıda da bahsettim sanırım, okurun bize ayırdığı vakit 2 yerine 3 ayda bir olacak ama dergiyle daha uzun bir zaman geçirebilecek. Temel hedefimiz buydu. Kitaba yakın olmasının sebebi aslında görselle kurduğumuz ilişkinin etrafında gelişti. Görselleri nasıl ağırlarsak daha iyi temsil bulurlar, yazılarla eşit öneme nasıl sahip olurlar diye düşündük. Bir yazı akarken sanat eserleri ya da fotoğraflar ya da o sayfada o yazı için seçilen görsel temsil her neyse o da ayrı bir yerden akıyor. Bizler yazarlar, danışmanlar ve editörler seçtiklerimizle konuşuyoruz, ya da seçmediklerimizle sanat tarihi içinde bir söz söylemeye çalışıyoruz.
Doğrudan ya da dolaşarak hızla ya da yavaşça akmaya, şekillenmeye, katlanıp açılmaya, mümkün olanları çoğaltmaya müsait bir sahne kurmayı denedik. İmkânsızlıklarla kısıtlamalarla sınandığımız bir çağdan geçiyoruz, buna karşın Sanat Dünyamız tarihinde olduğu gibi bir kez daha yaratıcı alanlara yeni yollarla işaret etmenin yolunu buldu sanırım. Hedefimiz ve tasarımın yeni halinden beklentimiz bu en azından.
Bu sayı ne kadarlık bir sürede hazırlandı? Dosya konusuna nasıl karar verdin?
Bir sayının ne kadarlık bir süreçte hazırlandığını söylemek çok zor, çünkü bazen birkaç sayı önce dosya konusu belli oluyor, bazense hızla tepki veriyoruz ve karar alıyoruz. Ama hepsi harikulade yayın danışmanlarımızın katkısıyla hazırlanıyor ve beraber seçiyoruz konuyu. Ayşe Erek, Begüm Özden Fırat, Nursaç Sargon, İlker Hepkaner ve Sena Başöz bu dönemki yayın danışmanlarımız. Her iki yılda bir değişiyor bu ekip. Böylece daha da çoğalmayı hedefliyoruz. Aklımızdaki soru “nasıl oldu da kedi ve köpekler birden şehrin paydaşı olmaktan çıktı?” idi bu sayıyı hazırlarken. Şehir bir karşılaşma alanı ama bu karşılaşma hiçbir zaman sadece insanlar arasında değil. Biz de bu karşılaşmaların peşinden gidelim dedik ve patikalarımızı kendimiz açtık. Kentin Doğası’na baktık ve buraya da “Birlikte Yaşamak” diye not düştük.
Dergiyi iki ana bölüme ayırabiliriz sanırım, güncel olanı takip etmemizi sağlayan “iz” kısmı ve dosyaya yer verilen alan. Basılı yayınların günceli takip etmesi zordur derler ama buna da bir cevap veriyor bence her şeyden önce basılı yayının arşiv görevini unutmamak gerekiyor gibi geliyor. Bana katılır mısın?
Kesinlikle katılırım. Elbette, basılının günceli takip etmesi zor ama hani imkansız değil. Bir de güncel olanı da tekrar tanımlamaya çalışalım, yukarıda ondan bahsetmeye çalıştım: Bir hafta içinde olan mıdır güncel, yoksa bir süredir içinde bulunduğumuza dair bir farkındalık sahibi olmak mıdır? Bir an için durup düşünüp söz söylemek, o an olan şeyin kendisinden daha mı günceldir acaba? İçinde bulunduğumuz ânı nasıl tanımlıyoruz, ne kadar geçmişte, ne kadar gelecekteyiz? Basılı yayın bu ânın tanımının geçmişe arşivlenerek geleceğe olta atarak tanımlandığı yerde duruyor bence.
Kapak görseli için Vardal Caniş ile çalışma süreciniz nasıl geçti?
Şahane geçti. Caniş uzun süredir yaşadığı şehri ve içindeki karşılaşmaları çizen, takip eden, olup bitene hızla yanıt veren ve kendi estetiğini kuran şahane biri. Onunla çalışmak istediğimizde de bizi kırmadığı için çok mutluyuz. Bizim yeni tasarımla ilk kapağımız olduğu için çok heyecanlıydık, bizim heyecanımızı da kapağa taşıdı diye düşünüyorum.
24-27 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek “Bir de Buradan Bak” film günlerinden de biraz bahsedelim istiyorum arşiv malzemesinden üretilen filmlere ve güncel sanat videolarına odaklanan bir seri olacak, dergide Senem Aytaç'ın da bununla ilgili bir yazısı mevcut, arşive odaklanan bir seçki olması beni çok heyecanlandırdı. Neler izleyeceğiz?
Bu yıl Film Günleri’nin ikincisini düzenlediğimiz için çok mutluyuz. Bu program etkinlikler yöneticimiz Ahsen Erdoğan’ın fikri, ilhamı ve çabasıyla çıktı. İki yıldır film programı küratörümüz Engin Ertan harika seçkiler hazırlıyor. Bu yıl seçkinin başlığı Bir de Buradan Bak. Program arşivle anlatı kuran filmlere odaklanıyor. Cumartesi günü, yani 25 Ocak’ta ilk gösterimi Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gerçekleşen Olmak İstediğim Her Şey Değilim ile başlıyor. Film yeraltı kültürünü belgeleyen, “Çekoslovakya’nın Nan Goldin’i” olarak anılan Çek fotoğrafçı Libuse Jarcovjakova’yı 60’lar, 70’ler ve 80’lerde çektiği fotoğraflarla anlatıyor. Programda bir diğer dikkat çeken belgesel Bir Darbenin Soundtrack’i Patrice Lumumba’nın Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk başkanı seçilmesinden öldürülmesine giden süreci sadece arşiv belgeleriyle anlatıyor. Aykan Safoğlu’nun 2019 yapımı Touching Feeling gösterdiğimize çok mutlu olduğum bir başka film. Carl Elsaesser’in yönettiği Döndüğün Zaman Ev yasla başa çıkmak üzerine bir hikâye kuruyor. Bunlar benim de izlemek için heyecanlandıklarımdan bazıları, programımızı şurada bulabilirsiniz.
Son gün de Amira Akbıyıkoğlu, Nora Tataryan ve Serdar Kökçeoğlu’nun yer alacağı bir söyleşide filmlerdeki tartışmaları daha da açmayı hedefliyoruz.
Gelecek sayı için çalışmalara başlamışsınızdır diye düşünüyorum, neler göreceğiz?
Bu sayı film günleri ile başlattığımız düşünce izleğini sürdürüyoruz. Arşiv ve İhtimam başlıklı bir dosyada arşivlerin değişen rolüne ve imkanlarına, kişisel bağların arşivler üzerinden görünür olduğu noktalara bakıyoruz.