Şehrin aynalarının tuttuğu günlükler : Belmin Söylemez
Podcast'in yeni bölümünde konuğum yönetmen Belmin Söylemez.
Herkese merhaba,
Havanın azıcık soğuması hasta olması için yetenler elime mum diksin.🕯️
Bunu yazarken bana eşlik etmesi için kahve yerine ıhlamur içiyorum ama ıhlamur bile yeterince sıcak değil gibi hissediyorum, öyle bir soğuk. Evin pencereleri hatta aynaları bir buğu içinde kendi yansımamı göremiyorum. Soğuğu ya da sıcağı güzelleyemeyecek kadar iklim krizinin farkında olduğumdan çayımı içmeye izninizle geri dönüyorum.☕️
Bu haftaki bölümde konuğum “Ayna Ayna” filminden tanıdığım yönetmen ve senarist Belmin Söylemez. Kendisiyle hem son filmini hem de taa otuz sene önceki set deneyimlerini konuştuk. Dolu dolu ve arşivlere layık bir bölüm sizi bekliyor.
Aşağıda buluşalım,
Belmin Söylemez’in izlediğim ilk filmi Ayna Ayna’ydı. İstanbul Film Festivali’nde izlemiştim. Film bitiminde “bir oyuncu hayatı boyunca acaba kaç kez aynalara bakıyor?” Diye kendime sormuştum. Sonra Uçan Süpürge Film Festivali’nde neredeyse tüm kısalarını izleme şansı elde ettim. Yerinde bir kelime, şans cidden şans; bir nesil onun tüm filmlerini bilirken ben adını ilk kez duyuyordum! Yine geç kalmışlık hissi ceplerimdeyken, dolu dolu kısa belgelelerini izledim, yakın zamanda da ilk uzun metraj filmi olan Şimdiki Zaman’ı izledim. Önce kısalardan başlamak istiyorum yukarıdaki fotoğrafa aylardır bakıyorum. Bir set yolculuğu fotoğrafı… Tam Üretim Kaydı’lık evet! “Bilge ve Öğrencisi: Bir Reji Asistanının Günlüğü” filmini ilk izlediğimde benim burada yıllardır yapmak istediğimin adeta filme çekilmiş hali demiştim. Üzerine “34 Taksi”, “Pencereler”, “Bıyık”, “Dalgalar” ı kahkahalar ve hafif bir buruklukla izledim. Zaten sonrasında Belmin Söylemez fanıyım! diyerek tüm festival boyu dolandım.
Bu fanlıkla kendisini buraya davet ettim ve merak ettiklerimin hepsini sordum. O da tüm içtenliğiyle yanıtladı. Bir perşembe günü akşamüstü Galata’da buluştuk. Bir anlığına sanki onun “Pencereler” filminin içindeyim gibi hissettim. Postane’de buluştuk ve kayıt tuşuna bastık. Bakalım neler kayda geçmiş!
Belmin Söylemez’in sinema yolculuğu, Bilge Olgaç’ın asistanı olmasıyla başlıyor. Onun deyimiyle kendisinden beklemediği bir cesaretle onun asistanı olmak dileğini kendisine iletmiş ve yolculuğu başlamış olmuş. Dikkatinizi çekerim pelikürle kurgu yapılan, sette devamlılık için çizim yapılan ve polaroid filmlerle fotoğraf çekilen dönemlerden bahsediyoruz. 💌
“Bilge Olgaç’la o, İpekçe filminin kurgusunu yaparken tanıştım. Yeni başlamıştı kurguya, birkaç gün olmuştu. Benim arkadaşım sette çalışmıştı ve ben de ısrar ediyordum tanıştırması için. Fono Film’de ziyaretine gittik. Yalnız başına kurgu yapıyordu ve bütün filmin iş kopyası denen kopyası üzerine çalışıyordu. Sohbet ettik, ben kendisine hayranı olduğumu ve filmde bir şekilde çalışmak istediğimi, asistanı olmak istediğimi söyledim. Ben de aslında bu kadar cesur biri değilim ama o anda öyle bir cesaret buldum kendimde. O da “Şu anda yalnızım, asistanım yok. İstersen hemen başla.” Dedi. Ben de büyük bir heyecan ve mutlulukla başladım tabii.”
Ben filmi o dönem tuttuğu günlüklerden oluşturduğunu ve üretim süreci kaydetmenin önemini ne güzel vurguladığını düşünürken, bu günlüklerin sette değil sonradan bu film için oluşturulan günlükler olduğunu öğreniyorum ve Belmin Hanım’ın hafızasına şaşırıyorum.
“Aslında ben günlük tutmuyordum. O günlüğü sonradan oluşturdum, yıllar sonra o günleri hatırlamaya çalıştım ve kendi içimde bir zaman yolculuğuna çıktım. Bilge Olgaç’la nasıl çalıştım, gün be gün neler yaptık, Fono Film stüdyosuna gidiş gelişlerimiz. Tabii ki bir sürü şeyi zaten hatırlıyordum, hafızamda canlıydı. Ama bir taraftan da bazı ayrıntılar için araştırma yapmam gerekti. Örneğin, o zaman çekim yaptığımız yere tekrar gittim, fotoğrafların üzerinden geçtim ki çok az fotoğraf vardı elimde. Daha sonra da o günlüğü gün gün, zaman zaman gözümün önünde canlandırarak tekrar oluşturdum. Biraz da çizerek, çünkü çizmek de bana bir şeyler hatırlatıyor. O günlerde de cep telefonları yoktu, biz setlerde çalışırken devamlılık tutarken hep çizerdik veya not alırdık. O yüzden de çizerek de hatırlamaya çalıştım. ‘Bilge ve Öğrencisi’ biraz öyle oluştu diyebilirim.”
Yanıt böyle beklemediğim yerden gelince neden bir günlük gibi yazmak istediğinin peşine düşüyorum.
“Genç bir asistanın, yönetmen yardımcısının gözünden yazmak istedim, çünkü özellikle şimdiki genç kuşak Bilge Olgaç’ı tanısın ve sanki onun yanında çalışıyormuş gibi hissetsinler istedim. Öyle bir özdeşlik kurulabilir diye düşündüm. Aynı zamanda da benim yaşadığım o sinemaya yeni başlama sürecini genç birinin gözünden anlattığım zaman daha kolay anlaşılabilir olacağını düşündüm. Ben günce dilini çok seven bir insanım. İstikrarlı olarak günlük tutamıyorum, not yazıyorum, not defterlerim var. O yüzden günlük bana çok yakın bir dil. Günlük dili olan filmleri severim, özellikle bulmaya çalışırım, izlerim, iç ses çok sevdiğim bir anlatım tarzıdır. O yüzden de ‘Bilge ve Öğrencisi’ öyle olsun istedim.”
“Biz tabii film sırasında da birçok belgeyi ve fotoğrafı ve görseli yeniden bulmak zorunda kaldık. Bilge ve Öğrencisi’nin görsellerini oluştururken hem sahaflara hem de sinema koleksiyoncularına başvurduk, çünkü o filmlerin çoğu bulunamıyor. Benim çalıştığım filmlerin bendeki kopyaları kötüydü. O yüzden de iyi kayıtlarını bulmak zorundaydık. Sinema koleksiyoncularında da bu filmlerin DVD’leri var fakat onlarla da böyle çok ilginç bir şekilde telefonlaşarak sanki bir polisiye, bir dedektif gibi hepsini araştırarak bulduk. “Şu film sizde var mı?”, “Kızın Adı Fatma’yı nereden bulabiliriz?”, “Onda yok ama şunda var, şunu arayın.”, “Telefonu nedir?” gibi diyaloglar oldu. Biraz iğneyle kuyu kazar gibiydik. Burada Haşmet Topaloğlu ile beraber çalışıyorduk yine. Aynı zamanda prodüksiyonda çalışan Serhat Mutlu arkadaşımızla ikisi Kadıköy’deki sahaflara gittiler, Bilge Olgaç’ın ilk öykülerinin yayımlandığı Yelpaze dergilerini topladılar. Biraz şans da yardım etti ve topladık ama arşivcilik çok ciddi bir konu ve Türkiye’de çok dağınık.”
Gülme seslerinin salondan taştığı bir seansta Bıyık’ı izlemiştim. Yılı da düşününce Bıyık nasıl bir fikirle ve süreçle çekildi merak ettim.
“Pala Şair benim Beyoğlu’nda gördüğüm, dikkatimi çeken bir karakterdi. Pala bıyıklarıyla, ceketiyle, madalyonlarıyla hem gösterişli hem de o şiirlerini okumak isteyen, herkesle konuşmak isteyen ve fotoğraf çektiren bir karakterdi. Onun dışında Kahramanmaraş’ta ‘bıyık şampiyonları’ olduğunu okumuştum, bu da çok dikkatimi çekmişti ve çarpıcı gelmişti bana. Mutlaka filmde bıyık şampiyonlarına da yer vermeliyim diye düşünmüştüm. Maraşlı iki arkadaşım vardı, bir tanesi zaten tarihçi Osman Köker ve o da filmde kendi bıyıkları üzerine konuştu. Tarihi boyutu üzerine konuştu, sonra da Maraş’ta bazı bana destek olacak gazeteci arkadaşlar bulmama yardımcı oldu. Diğer Maraşlı arkadaşımın evinde kaldım, orada annesi babası beni misafir ettiler. Böyle bu şekilde yani tamamen, hatta o zamanlar şey diyordum, “bizzat prodüksiyon”, çünkü yani hem arkadaşların desteğiyle hem de kendi kameramı alarak, giderek, araştırarak bu şekilde çekiyordum. Aslında bu da yani çok heyecan verici bir süreç, bilmiyorum, tek başına yapıyor olmak. Her zaman da yakınlarınızdan bir destek geliyor diye düşünüyorum.
Peki erkekler bu filmi izlediklerinde nasıl cümleler kurdu?
“Ben biraz çekiniyordum acaba ne tepki gösterecekler diye ama genelde iyi geri dönüşler aldım. Biraz “Ya bizimle dalga mı geçiyorsun?” diye mizahi bir açıdan yaklaştığımı görünce onlar da mizahi bir şekilde aldılar filmi. Ama en çarpıcı yorumlardan biri “Filmin sonunda makas var, bu makasla ne demek istiyorsun? Açık konuş.” Diye bir yorum gelmişti. Ben de “Zaten filmde var yorumum.” Demiştim. Asıl filmi çekerken ben biraz çekiniyordum. Yani, onlara yaklaşırken “Ben size bıyıkla ilgili soru soracağım.” Dediğimde gerçekten de ters tepkiler alırım diye düşünüyordum ama hiç öyle olmadı. İlginç bir şekilde daha mizahi, “Ha bıyık mı? Tabii konuşalım.” Ben de şaşırmaya başladım insanlar, erkekler bu konuda konuşmaya istekliydi ve çekim sırasında da baya mizahi anlar yakaladık böylece.”
“Yüzlerce taksiciyle konuştuk. Bu noktada, tabii, birçok erkek taksiciyle konuştuktan sonra, yani benim kafamda şöyle bir soru işareti vardı: Yıllar öncesinin Şöför Nebahat’ine neden rastlamıyorum? Yani böyle bir film karakteri var ama eminim ki gerçeklerden yola çıkarak yazılmış bir karakterdir ve “Şöför Nebahat nerede? Onu bulmalıyız” gibi bir düşünce vardı. Öyle araştırarak önce Nevin’i bulduk ve Nevin de o böyle daha bıçkın, diyebileceğim tavırlarıyla, hatta arabaya ilk bindiğim gün böyle trafiğe olan öfkesi, “Eeh patlama” gibi diyaloglarıyla, “Tamam” dedim. “Doğru yerdeyiz.” Daha sonra Suna’yla tanıştık, mesela Suna’da bambaşka bir karakterdi. Ama 30 yıllık taksiciydi, hatta erkek taksiciler onunla biraz yarışmaya çalışıyorlar, “Sen ne zaman aldın ehliyetini?”, “Ben senden bir ay önce almışım” falan gibi böyle yarışlara giriyorlar. Ama Suna da hiç istifini bozmuyor. Daha sonra da Reyhan’la tanıştık. Reyhan da mesela hem taksicilerle iyi geçiniyor, onlarla bir taraftan tavla oynuyor, iyi bir diyalogları var ama her işimi de kendim yaparım; lastik patlasa kimseden yardım istemem. Oğlumu da kendim yetiştiriyorum, gibi çok güzel bir tavrı vardı. Ondan da çok etkilendim. İyi ki varlar diye düşünüyorum.”
Belmin Söylemez’in ilk uzun metraj filmi Şimdiki Zaman, 2012 yılında izleyici ile buluşmuş. Benim ilk merak ettiğim belgesel çeken bir yönetmen olarak ilk kurmaca filminde oyuncularla nasıl diyalog kurduğuydu. Burada öğreniyorum ki Belmin Hanım, Şimdiki Zaman öncesinde bir oyunculuk kursuna gidiyor ve bunu deneyimliyor. Her yönetmenin de bunu deneyimlemesi gerektiğine dair bir not düşüyor. Bunu öğrenince Ayna Ayna’nın çıkış noktasını yakaladığımı hissediyorum ama tek çıkış noktasının bu olmadığını öğreniyorum.
“Oyunculuk eğitiminin çok faydası oldu ama daha doğrusu oyunculuk eğitimi bana bunu düşündürmeye başladı ama ben sahne arkasını, kulisi, oyuncuların dünyasını hep çok merak etmişimdir, büyüleyici bulmuşumdur; estetik olarak da çok beğendiğim bir alan bu.”
“Ayna Ayna oyuncuların hikâyesini anlatıyor, kadın oyuncuların. Festival gösterimleri sonrasındaki soru cevaplarda özellikle yolun başında olan kadın oyunculardan “Bizim yaşadıklarımızı, kaygılarımızı, geçtiğimiz yolları anlatmışsınız” cümleleri geldi. Biraz da filmlerde buna alan açmaya çalışıyoruz. Ne ‘Şimdiki Zaman’da ne ‘Ayna Ayna’da çok hazır cevaplar, formüller yok. Boşluklar var, seyircinin hayal gücünü canlandırabileceği alanlar var. O yüzden de örneğin Şimdiki Zaman’da falları izlerken, onların da yorum yapmasına izin veren bir anlatım var. Ayna Ayna’da da aynı şekilde sahneye bakarken veya oyuncuların rüyalarını dinlerken kendi sahnesini veya kendi rüyasını da düşünebilir insan. Öyle olsun istedik.”
“Oyunculuk kursu tabii ki kafamda filizlenmesine yol açtı ama asıl Şimdiki Zaman’ın hazırlık sürecinde başladı diyebilirim. İki çıkış noktası var: Birincisi oradaki oyuncu Şenay Aydın’ın Frida Kahlo ile ilgili tutkusu. Şenay bana bahsetmişti, Frida Kahlo ile ilgili Türkçe-Kürtçe bir oyun hazırladığını ve bunu oynamak istediğini söylemişti. Bu da bana çok ilginç geldi çünkü bir üretim süreci içindeydi ama aynı zamanda da bir özdeşleşme içindeydi. Yani başka bir sanatçıya duyduğumuz ilgi, tutku, merak; kendimizi başka bir sanatçıda, onun eserlerinde görmemiz ve ondan güç almamız. Frida’nın acılarını sanat eserine dönüşmesinin başkalarına verdiği ilham ve güç. Bütün bunlar vardı bu, onun hazırladığı oyunun içinde. Sonra bu ilerde bir hikâyeye dönüşebilir mi diye konuştuk. Hatta o sırada, Frida & Diego sergisi vardı, onu gezdik, onu çektik. Görüşmelerimize devam ettik.”
“Bir taraftan da Şimdiki Zaman’ın oyuncu seçmelerine devam ediyordum çünkü oradaki ana karakterin arayışı içindeydik ve oyuncu seçmeleri içinde de birçok genç kadın oyuncuyla tanıştım, onlarla konuşma, onları tanıma fırsatım oldu. Onların çoğu da hem televizyondaki dizilere başvuruyorlardı; bunların çoğu da Osmanlı dizileri ve harem rolleriydi hem de aynı zamanda bağımsız tiyatrolarda oynuyorlardı. Bazılarını da gidip izleme imkânım oldu. Çok da iyi oyunlardı ama bağımsız tiyatroda tabii ki para kazanma imkânı çok az, çok idealist bir alan oyunculukta. Bir taraftan ona devam ediyorlardı ama bir taraftan da hayatta kalmak için ticari bir yere yönelmek zorundaydılar. Bu ikilem benim çok ilgimi çekti ve bu da nasıl bir şeye dönüşebilir diye düşünürken Aylin karakteri canlandı gözümün önünde.”
Filmde Aylin karakterine hayat veren Manolya Maya, aslında başta filmin kamera arkası ekibindeymiş ve Belmin Hanım’ın teklifiyle kamera önüne geçmiş.
“Aylin gözümün önünde canlanıyordu ve sezgilerim bana Manolya’nın Aylin olduğunu söylüyordu. İçimdeki ses bana “Aylin burada ve sen onu görmelisin, görüyorsun aslında” Diyordu fakat o iç sesi dinlememiz biliyorsunuz bazen uzun sürebiliyor.”
Sonrasında Manolya’nın filme dahil olmasıyla ondan Aylin’in gözünden bir günlük tutmasını istemiş.
Manolya çok farklı ve yaratıcı bir günlükle geldi bana. Aylin’in hem günlük rutinini yazmıştı hem de aynı zamanda sesler, kokular ve böyle daha farklı tecrübelerini de katmıştı. Beş duyusunu da katmıştı Aylin’in, bu da beni çok etkiledi. Bence aynı zamanda Aylin’in iç dünyasına da yaklaşması için bir vesile oldu diye düşünüyorum.
“Daha sonra da yıllar içinde Laçin Ceylan’ı tanıdım. Laçin Ceylan beni tiyatrosuna davet etti, Bi Tiyatro’ya, orada ‘Etna’ oyununu izledim. Çok etkilendim, sonra oyunu Ayna Ayna’ya da dahil ettik. Aynı zamanda oyunculuk kursu verdiğini de duyunca çok heyecanlandım ve izlemek istedim gözlemci olarak. Beni kırmadı, hatta şunu dedim ona “Sizi hiç rahatsız etmem, görünmez olurum.” Çünkü intim bir alan bu, sonuçta kabul etmeyebilirdi, sağ olsun etti ve benim gözlemlediğim ilk derste oyuncu adaylarına rüyalarını anlattırıyordu ve rüyalarını canlandırmalarını istiyordu. Bu da benim için çok inanılmaz bir şeydi çünkü biz de Haşmet’le (Topaloğlu) senaryoya rüyaları nasıl dahil edebiliriz, oyuncuların rüyalarını filmde doğal bir şekilde, organik bir şekilde nasıl dahil edebiliriz diye konuşuyorduk. Yani sanki bu düşüncemizin cevabı gibiydi. Çok güzel bir tesadüftü, büyülü bir tesadüftü bence. Bir taraftan da Laçin’i izlerken bu hikâyenin bir ana karaktere daha ihtiyacı var, bir merkeze ihtiyacı var, diye de düşündüm. Diğer karakterleri toparlayacak, onların ayaklarının yere basmasını sağlayacak ve hikâyeye boyut katacak bir ana karaktere daha ihtiyacı vardı, o da Lale karakteriydi.”
Bölümün tamamını aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz.
📽️ Nerelerden izleyebiliriz.
Bilge ve Öğrencisi, Şimdiki Zaman ve Ayna Ayna MUBI Türkiye’de yayında.
Perdede izleyelim sonrasında da sorumuzu soralım diyenler için👇🏻
13. Hangi İnsan Hakları Festivali kapsamında 12 Aralık Salı günü 18:00 ‘de Beyoğlu Sineması’nda.
Filmkoop’un Bağımsız Türkiye Sineması gösterimleri kapsamında 17 Aralık Pazar saat 14:00 Kadıköy Sinematek’te.
Bu sayının destekçisi: Postane Dükkan
Yılbaşı hediyenizi Postane’den alarak sevdiklerinizi mutlu ederken yerel üreticiler, sosyal girişimler ve kooperatiflere destek olabilirsiniz.
🎁 Postane yenilikçi, yaratıcı, sosyal ve çevresel etki odaklı bir yılbaşı hediyesi almanızı kolaylaştırmak için Yılbaşı Kutuları hazırladı.
🌸 Sosyal girişimlerden tedarik edilmiş hediyeler alıp vererek mutluluğu paylaştığınız; sağlıklı, doğal gıdaya doğrudan üreticilerle dayanışma içinde ödenebilir fiyatlarla erişebildiğiniz; güvenli, huzurlu, verimli ortamlarda çalıştığınız; ilham veren hikayeleri paylaştığınız; sosyal ve kültürel etkinliklerle ruhunuzu beslediğiniz; hayatın koşturmacasından uzaklaşıp kent bahçelerinde nefes alabildiğiniz; daha iyi bir dünya için çabalayan kişilerle tanışıp temas ettiğiniz mutlu bir yıl dileriz! 🎄
🎁 Kutular için: Postane Dükkan’ı ziyaret edebilirsiniz.
📌 Bereketzade Mah. Camekan Sok. No: 9 Beyoğlu/İstanbul
Bilge ve Öğrencisi filmi için aradan otuz sene geçmiş olmasına rağmen o kadar detayı hatırlamasına çok şaşırdım.
Aylin karakteri için sezgilerinin peşinden gitmesi burada sık sık dile getirdiğim hisler önemlidir karar verirken dinlemek gerekir cümlemi bana tekrar doğrulattı.
Şimdiki Zaman’da sete çıkmadan önce doğru iletişim kurmak adına oyunculuk kursuna gitmiş olmasına 🌸’ler.
🌸 Güzel haberler köşesi
GMK'nın düzenlediği 42. Grafik Tasarım Ödüllerinde Georges Perec için tasarladığı kapaklarla Kitap Kapağı Tasarımı Başarı Ödülü Kardelen Akçam’ın oldu. Kardelen ile bir kitap kapağının yolculuğunu konuştuğumuz bölümü dinleyebilirsiniz.
Spotify verilerine göre 2023’ün en çok dinlenen bölümü Tiyatro Hemhâl ‘in kurucularından Hakan Emre Ünal ve Nezaket Erden konuk aldığım bölüm olmuş.
Tam bu haberi almışken “N'Olcak Bu Yusuf Umut'un Hâli” 100. oyununu oynadı! Yusuf Umut aşağıdaki videoda tüm süreci anlatıyor. Kendi cümleleriyle… Bu sefer biraz uzun. “O nasıl bir şeymiş ya kanka!”Üretim Kaydı’nın isim ilhamı olan “Üretim” işinin yaratıcısı Merve Ünsal ve benim o işle tanışmama vesile olan sanatçı Selim Süme ile birinci sezonda kaydettiğimiz bölüm halen dinleyiciler tarafından sık sık bana güzel yorumlarla hatırlatılıyor. Sanatçının değişmeyen emek birimi “zaman” üstüne konuştuğumuz bölümü dilerseniz bağlantıdan dinleyebilirsiniz.
Üretim Kaydı’nı mail kutundan okumak için üye olmayı unutma.👇🏻
🌟 Haftaya görüşmek üzere.