Tek perdede ses, söz ve hareket: Geçen Gün
Podcast'in yeni bölümünde konuklarım Kundura Sahne yapımı “Geçen Gün” oyununun yönetmenleri Kerem Kurdoğlu ve Naz Erayda.
Merhaba,
Bu hafta bayram tatili sonrasına kalan işlerle günlerini geçirenlere kısa bir mola hatırlatması yaparak mail kutularını ziyaret ediyorum. Tabii, kendime de “Mola vermeyi unutma arada dur” hatırlatması yapıyorum. Daha verimli olma ya da yetişme çabalarıyla geçen günlere dönüp bakarken sırtınızda yük mü yoksa omuzlarınızda bir rahatlama mı hissediyorsunuz? Bence dönüp bir düşünmek lazım. Yeni yollar açıldığında adım atmaya mecalim var mı diye düşünürken, bir bakmışsınız yolu yarılamışsınız. Özetle oldukça düşünceli geçiyor bu ara gecelerim de gündüzlerim de. Madem kayıt diyoruz burada da bunlar kayda geçsin istedim.
Ece
Geçen sene “Sahnede 90'lar” sergisine gitmiş, bir videoda İstiklal Caddesi’nin başında durmuş bir arabanın yanında birbirine bağıran iki oyuncu görmüştüm. “Bugün olsa bunu yapabilir miyiz! O zaman nasıl yapmışlar yahu” derken o zamanlar söz konusu işi üreten bu ikiliyi bugün konuk almak benim için heyecan verici. Merak edenler için oyunun ismini not olarak bırakayım. “Yine Ne Oldu?”
Yaşım ve İstanbul’a 2014’de taşınmamdan ötürü Kumpanya Tiyatrosu’nun hiçbir oyununu izleyemedim. Kumpanya Tiyatrosu, 1991 yılında Kerem Kurdoğlu ve Naz Erayda tarafından kurulmuş bir topluluk. Tiyatro, Tarlabaşı'nda yer alan İstanbul Sanat Merkezi'nde "Kumpanya Sahnesi" adını verdiği salonda başladığı çalışmalarını 2006’da, merkezin kapanmasına kadar devam ettirmiş. Ben, Kundura Sahne yapımı “Geçen Gün” vesilesiyle soru hazırlamak için arşivlere daldığımda "Ne Bileyim Kafam Karıştı" isimli kitaplarıyla karşılaştım. Bugün Üretim Kaydı, nasıl bir oyunun, oyuncunun yönetmenin sürecini kaydetmeyi diliyorsa Kerem ve Naz o yıllardaki tüm çalışmalarının süreçlerini, oyunlar hakkında çıkan tüm eleştirileri ve söyleşileri ilgili kitapta toplamışlar. Ben daldım ve bu sayede bu oyunun bir cümlesini “Kim O?” oyununda yakaladım.
“Geçen Gün” prova sürecini izleme şansına eriştiğim bir oyun oldu. Oyunun metni bir oyuncu için ezberlemesi en zor metinlerden biri. Öncelikle onu söyleyerek başlamak istiyorum. Oyun diyorum ama oyununun sorduğu soruların daha en başında bu soru seyirciyi selamlıyor. 👀
Ayrıca bu oyunun soundtrack albümünü heyecanla beklediğimi de belirtmeliyim. Umarım yakın zamanda güzel haberleri de alırız.
Bu bir konser mi?
Dans gösterisi mi?
Oyun mu?
Performans mı?
Hiçbiri.
Hepsi.
Bir şehir. Ve iki kişi. Birbirleriyle sürekli karşılaşan, geçişen, çarpışan, ama birbirlerini gerçek anlamda hiçbir zaman görmeyen iki kişi. Dünyaya karşı iki kişi. Şehrin içinde hareket ediyorlar. Ezilmemeye çalışıyorlar. Şehirle başa çıkmaya çalışıyorlar. Herkes onlara karşı, onlar tek başına. Kâh seksen yaşındalar, kâh on sekiz. Bir bakmışsın mağdur durumdalar, bir de bakmışsın suçluluk duygusu içlerini kemiriyor.
Biz tanıyoruz onları. Onlar da bizi tanıyor. Şehir değişiyor. Şehir sürekli farklı rotalar çiziyor. Şehir onları itip kakıyor. Diğer insanlar, şehirle bir olmuş, sürüklüyorlar onları. Her an başka bir tehdit altındalar. Sesler sarmalıyor hepsini. Kâh rahatsız edici bir kakafoni, kâh büyüleyici bir sükunet. Kâh bir gürültü yumağı, kâh bir müzik.
Ama aslında şehir de onlar, diğer insanlar da. Yani aslında ne kendilerinden başka bir şehir var, ne de kendilerinden başka diğer insanlar. Var olan sadece onlar. Yüzlerce, binlerce kendileri. Endişe dolu bir sevgi hikâyesi bu.
Beykoz Kundura yapımı Geçen Gün, 22 Nisan’da Alan Kadıköy’de.
Bakalım neler kayda geçmiş.
İlk olarak şunu çok merak ediyorum onunla başlayalım. 2006’da, İstanbul Sanat Merkezi'nin kapanmasından sonra tekrardan üretme isteği nasıl ve ne zaman geldi?
Kerem: “Aslında biz Kumpanya olarak yaptığımız son oyundan bu yana durmadık, projeler yaptık bizim tiyatromuz hep sürdü. İlginç bir şekilde hakikaten senin de dediğin gibi bu oyun neredeyse herkeste, ‘Kumpanya sahnelere geri döndü’ etkisi yarattı. Şimdi, ben bu soruyu başka türlü sormak istiyorum. Ne oldu da arada o kadar çok iş yaptığımız halde, bu oyun niçin bu etkiyi yarattı? Bir tahminim var tabii ki, Kumpanya olarak yaptığımız zamanlarda ikimizin de çok farklı ama benzer eğilimleriyle inandığımız bir bütünsel tiyatro vardı, estetik olarak. Ve arada yaptığımız tüm işler daha başka anlayışlarla ve melez işlerdi ama bu Mihran (Tomasyan) ve Tophane Noise Band’in bizimle aynı yerde olması nedeniyle, gerçekten yirmi, otuz yıl önce bizi tanıyanların da işte yine bir Kumpanya işi diyebileceği, bizim orijinal sularımızda olan güçlü bir iş olarak çıktı.”
Metnin yazım sürecinden konuşurken hem oyuncuların sürece dahil olmasını hem de Tophane Noise Band ile bu metne karar verme süreçlerini kayıtlara geçiriyoruz.
Naz: “Ben Esme ve Ozan'la projenin ruhunu bulduğuna çok inanıyorum. İyi ki böyle oldu diye düşünüyorum. En başından beri Esme ve Ozan ile geçirsek daha iyi olurdu belki ama onlar çok güzel yakaladılar ve gerçekten ruhunu buldu proje. Bir sene boyunca çalıştık, Kerem'in yazdığı bu metin oyuncu için ezberlemesi çok zor bir metin. Ya bu metin çıktığı yerde, sen biliyorsun Kim O?’daki bir sahneden çıktı. Onun için, Kim O?’yu ve çalışma yöntemini söylemek lazım. Kim O?, bir fikirden bir cümleden yola çıktı. Kısa bir cümle azınlık olma hâli üzerine bir oyun yapmak istemiştim ve bu oyununda sekiz ay filan süren bir zaman içinde, her gün hemen hemen her gün, farklı doğaçlama konuları veriyordum oyunculara ve o doğaçlama konularıyla oyuncular kendi parçalarının yönetmeni oluyorlardı, ya kendileri tek başına, ya da diğer oyuncu arkadaşlarından kaç kişiyi seçerse onlarla bir parça hazırlıyorlardı. Bu parçalardan kimi zaman hareket ilgimi çekiyordu kimi zaman replikler de ilgimi çekiyordu. İşte bir tanesinde hareket ilgimi çekti ama replikleri Kerem'den yazmasını rica ettim orada yazdığı o replikler bu oyunda da kullanılıyor, Geçen Gün’de oradan yola çıkarak oluşturuldu.”
Kerem: “Evet, Naz Kim O? oyununda çalışırken bize çerçeve konular veriyordu böyle 800 tane falan oyun çıkmıştır. Onlardan bir tanesi de Naz’ın siparişiyle ‘geçen gün yolda gidiyordum, polis yolumu kesti’ diye, iki oyuncunun birer kelime olarak söylediği bir sahne yazmıştım. Bir yerde de ‘elini aldı, dudağına sonra da alnına götürdü hiçbir şey yapamadım, bütün gazeteleri aldı gitti, dost gibi görünmeye çalışıyor, zamanını kolluyor, düşman” diye bir şey yazmıştım. Bu iki set zaten Kim O?’da kullanılan setler. Ve ben bunları çok, çok, çok seviyordum. Hem form olarak hem konu olarak o kadar ortak bir ruh halimize denk düşüyor ki. Bunu tam uzunlukta bir oyun yapmak istiyorum diye düşünüyordum. Bu aradan geçen yirmibeş otuz yılda, iki kere teşebbüs ettim ama içime sinen bir şey olmadı yarım bıraktık. Ondan sonra Mustafa Kaplan ve Filiz Sızanlı benden bir metin istemişti onlara verdim. Onlar kullandı, hâlâ daha kullanıyorlar ama çok az kullandılar. O beni kesmedi tabii, sonra işte bu Tophane Noise Band ile ne yapsak ve ne etsek derken ben, ‘ben de böyle bir metin var daha on beş dakikası yazılı durumda ne dersiniz’ diye verdim, çok sevdiler ve ben yazmaya başladım.”
Kundura sahne yakın zamanda 5.yaşını kutladı, Beykoz Kundura ile ortak üretim deneyiminiz nasıldı?
Kerem: “Bu oyunda çalışmaya başladıktan sonra bir yapımcı ihtiyacı doğdu. Mihran da Beykoz Kundura’yı önerdi. Beykoz Kundura, özellikle çağdaş gösteri sanatları konusunda kendini konumlandırmayı tercih eden bir yer ve dolayısıyla da bizim gösteriyle çok uyuşan bir seçenek olarak ortaya çıktı. Ve bir başka şey daha, tabii Beykoz Kundura’nın mimari özellikleriyle oyun inanılmaz neredeyse orası için yazılmış herhalde bu oyun dedirtecek kadar iyi bir şekilde mekânla uyuştu. Tabii Beykoz Kundura ekibi çok medeni bir yapımcı ortak, kreatif olarak bir müdahalede bulunmayan çok saygı duyan bir yerde. O bakımdan bizim çok rahat ettiğimiz bir yapımcı oldu. Hakikaten de bu oyunun şansı oldu diyebilirim.”
Ben oyunu izlerken, “oyuncu kimdir?” sorusunu sordum, sanırım bu soru sizin Kumpanya zamanlarından bugüne sormaya devam ettiğiniz bir soru?
Naz: “Bize yıllarca öğretilen şey, bütün yan öğeler oyuna hizmet etmelidir şeklindeydi. Ben de buna hiç inanmıyordum çünkü öyle olduğu zaman çok sıkıcı oluyor. Bir sürü statik şey oyuna hizmet etmeyi amaçlar derler. Ben hizmet ettiğini düşünmem çoğu zaman, hele müzik, müzik her zaman eşlikçi olmalıdır, derler. Boşlukları dolduran, bazen yükselen, bazen alçalan özellikle sinemada benim çocukluğumdan itibaren, ‘kim açtı o müziği’ gibi bir şey olmuştur benim için. O nedenle de zaman içinde bu öğelerin hepsi eşit oranda güzel bir şey yapmaya odaklanmalılar diye düşünmeye başladım. Hep beraber güzel bir etki yaratmaya odaklanmalılar diye düşünüyorum.”
Kerem: “Biz yola çıkarken özellikle Mihran’la, Maral’la ve Tophane Noise Band ile konuşurken ilk söylediğimiz ve en önem verdiğimiz şey şuydu; bu oyunda her bir kanal öyle bir çalışsın ki her şeyi çıkar, sırf Tophane Noise Band kalsın. Tophane Noise Band kalırsa bu tek başına bir konser olabilsin. Sözleri çıkar, Tophane Noise Band’i çıkar sırf hareket kalsın. Bu bir koreografik bir dans gösterisi olabilsin. Hepsini çıkar, sırf söz kalsın retorik üstüne, güzel söz söylemek üstüne kurulu bir oyun olabilsin. Her kanal kendi başına izleme değeri yüksek olsun. Sonra her kanal kendi ayakları üstünde sağlam basabildikten sonra da birbirlerini etkilesin, zaten prova süreci sırasında, ikinci adım için çalışmaya gerek bile kalmadı. Çünkü zaten otomatikman oyuncular, Selim o sesi çıkarınca ben şu adımı atıyorum, ben onu söyledikten sonra sen ona vur, demeye başlamıştı. Hiç bizim müdahale etmemize gerek bile kalmadan zaten birbirleriyle konuşmaya başladılar. Şimdi burada benim çok çok inandığım Naz’la da çok uyum içinde çalıştığımız bir reji anlayışından bahsetmek istiyorum. Ben aynı zamanda bir oyun yazarıyım fakat, ben kendimi çok oyun yazarı olarak görmüyorum. Ben daha çok kendi yapmak istediği oyunların metnini yazan bir tiyatrocu olarak görüyorum. Ve de genellikle oyun yazarlığında şey vardır ‘ben onu öyle hayal ederek yazmadım’ diye tam hayal ettiği gibi yaptırmaya çalışmak. Onun içinde tiyatro yönetmenleri genellikle oyun yazarlarının provaya gelmesini istemez. Bende de gerçekten o hiç yok. Ben bir A planı yazdım gerçekleşmeyecek, o A planı provaya başlama tahtası sadece. Şimdi acaba bu provada ne çıkacak diye merakla yaklaşmak ve sonra kendiliğinden olanları seyretmek gerektiğini düşünüyorum.”
Bugün bu alanda üretim yapanlara ve yapmak isteyenlere neler söylemek istersiniz.
Naz: “Nasihat veriyor gibi olmak istemem ama okul okuyorlarsa eğer, işte oyuncu olarak konservatuara devam ediyorlarsa bir okula ya da atölyelere devam ediyorlarsa, o sırada bir taraftan da deneyim kazanmalarını öneriyorum. Okul bitsin ve keşfedilelim diye beklenmemesini öneriyorum. Çok çabuk geçiyor zaman ama insan kendini biraz geç keşfedebiliyor. Kendinin nasıl bir şey olduğunu, nelerden, hangi tür nasıl bir edebiyat türünden, nasıl filmlerden hoşlandığını biraz geç keşfedebiliyor insan. O konuda belki biraz da kendinin üretim yapmaya başlaması çok önemli. Ben kendimden biliyorum akademiye giderken bir taraftan da hep kendi yolumu bulmaya çalışıyordum. Kendi beğenilerim doğrultusunda, becerilerilerim doğrultusunda yapabileceklerime bakıyordum. Bir de galiba şimdi çok daha önemli, bireysel üretim önemli ama kolektiflerde çok önemli hâle geldi. Bir arada olmak birbirine destek olmak da çok önemli diye düşünüyorum.”
Kerem: “Birkaç yıl önce olan bir panelde, ‘bu durum ne zaman düzelecek’ diye sorulmuştu ben de çok net cevap vermiştim. Ben cevabı biliyorum, düzelmeyecek. Dünyanın her yerinde sadece Türkiye'de değil. Türkiye'de ekstra zorlukları da var ama dünyanın her yerinde durum böyle. Gerçekten tiyatro, oyunculuk vesaire yapması çok çok iyi bir şey dolayısıyla biz de hepimiz istiyoruz ki bu yapması çok zevkli bulduğunuz şeyleri, herkes seyretmek istesin, bilet alsın, para kazanalım oradan. Fakat olmuyor, çok zor. Dolayısıyla hakikaten bu yapmaktan çok zevk aldığımız şeyin para kazanma ihtimalinin düşük olduğunu, hiç aklımızdan çıkarmamak gerek. Hayat planı, nasıl bir hayat planı yapacaksan yap, onun çok çok düşük bir ihtimalle gerçekleşeceğini iyice kafamıza sokmamız lazım.”
Naz: "İyi örgütlenmek lazım, farklı bir örgütlenme modeli kurmak lazım belki de.”
Kerem: “Onun dışında da, kendi ne yapmak istediğini beyninin nasıl çalıştığını iyi dinlemek lazım ya, bu çok önemli bir şey. Ben senaryo ve oyunculuk dersleri de veriyorum ve öğrencilerin genellikle bakış açısı; o nasıl yazıyor, bu nasıl yönetiyor? Hayır! Diyorum, senin beynin nasıl çalışıyor? Senaryo yazılırken, oyun yazılırken, karakter profilleri yazılır mı yazılmaz mı? Aksiyon mu önemli, karakterler mi? Peki, sen profili yazınca mı daha üretken oluyorsun, yazmayınca mı? Ben yazmayınca daha üretken oluyorum, ama kimisi de yazınca daha üretken oluyor. Senin beynin nasıl çalışıyor, önce onu izle, başkasında değil. Kendini tanımaktan geçiyor üretken olmanın yolu. Ve şu cümle çok doğru, tiyatro ‘iki kalas bir heves’ sonuçta. Bu mümkün, tiyatroda üç beş arkadaşını kandırıp bir iş yapmak mümkün ama sinemada bu mümkün değil, onu yapmak gerekiyor.”
Bölümün tamamını Spotify’dan dinleyebilirsiniz.
💌 Haftaya görüşmek üzere.
"Ben senaryo ve oyunculuk dersleri de veriyorum ve öğrencilerin genellikle bakış açısı; o nasıl yazıyor, bu nasıl yönetiyor? Hayır! Diyorum, senin beynin nasıl çalışıyor?" Bu röportajın en vurgulanması gereken cümlesi bana kalırsa. Hayata, yaşamaya dair geneli kapsayan çok yerinde bir soru. Bu gece de bunu düşünerek kafamızı koyalım yastığa: Benim beynim nasıl çalışıyor? Bir de ben Selim Cizdan işlerine bayılıyorum her ne kadar sadece wdbdhmdhmnm performansını izlemiş olsam da. Orada direkt etkilenmiştim...